DERTLİ, 1. BÖLÜM- ŞİİRLİ CUMA

Değerli dostlar, hepinize ŞİİRLİ CUMALAR diliyorum. Bu hafta için seçtiğim şair Aşık Dertli, 1772- 1845 yılları arasında yaşamıştır. 19. Yüzyıl halk edebiyatının en güçlü ozanlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Bolu’ya bağlı Şahnalar köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı İbrahim olup, babası Bayraktar Ali Ağa’dır. Babasının Bayraktar unvanını o dönemlerde bitmek bilmeyen Osmanlı-Rus savaşlarında kazandığı sanılmaktadır. Çocukluk yıllarını babasının tarlalarında çalışarak ve davar güderek geçirmiştir. Çocukluk yıllarında okuma yazma eğitimi görmemiştir. Sevilen, sayılan bir babanın oğlu olmasından dolayı rahat bir çocukluk geçirdiği söylenebilir. Nedir, babasının ölümünden sonra talihi döner; Bayraktar Ali Ağa’ya kin güden ama ona bulaşmaya gücü yetmeyen Halil Ağa adındaki bir zat tüm hıncını genç İbrahim’den çıkarır. Sonuç olarak zorbalık, hile ve desise ile tüm malını mülkünü Halil Ağa’ya kaptırır genç İbrahim. Yakın köylerden birine giderek yanaşmalık yapmaya başlar. Ancak oradaki itilip kakılmalara da dayanamaz ve gurbete gitmeye karar verir.

24- 25 yaşlarında İstanbul’a gider. Her türden işte çalışmasına rağmen dikiş tutturamaz İstanbul’da. Padişah III. Selim’in dışarıdan gelen bekar erkeklerin uzun süre İstanbul’da kalmasını yasaklayan fermanının da etkisiyle İstanbul’u terk ederek Konya’ya gider. Hacı Asım Usta adlı kahvehane işleten bir kişinin yanında ocakçı olarak iş bulur. Genç İbrahim için bu mekân yaşamının dönüm noktasıdır. Çünkü Hacı Asım Usta’nın kahvehanesi Konya’nın alim, arif ve şairlerinin toplanma yeridir. Burada ilim, şiir, din, siyaset sohbetleri arasında beş yıl geçirir, muhtemelen okuma yazmayı ve saz çalmayı burada öğrenmiştir. Adı yavaş yavaş saz şairi, âşık olarak geçmeye başlayınca kendine Lütfi mahlasını alır. Burada dikkat çeken nokta, İbrahim’in Konya’da Mevleviliğe değil Bektaşi-Alevi dünya görüşüne yakınlaşmasıdır. Oysa İbrahim’in, Sünni bir çevrede doğup büyüdüğü bilinmektedir.

Konya dar gelmiştir İbrahim’e, kaldı ki yaşamı boyunca hiçbir yere sığamamış, sığınamamıştır. Aklının rüzgarına kapılıp kendini Halep ve Şam’da bulur. Oradan da Mısır’a geçer. On yılını Mısır’da şiir dünyasının içinde geçirir, Lütfi’yi terk ederek Dertli mahlasını alır. 40 yaşına gelmiştir ve doğup büyüdüğü Bolu’nun dağları ve köyü burnunda tütmektedir. Yeniden yola koyulur İbrahim, ayrıldıktan 15 yıl sonra köyüne geri döner. Eşin dostun ikna ve gayretleri ile evlendirirler İbrahim’i, iki oğlu olur; yaşamının geri kalanında sessiz, sakin, mütevazı bir hayat sürmesi için her şeyi vardır. Nedir, mutsuzdur İbrahim, geçirdiği 15 yılın, hareketli hayatının anıları, daha da önemlisi sazı ve şiiriyle ulaştığı yaşam duruşu küçük bir köye sığmamaktadır. Önce kısa sürelerle evinden ayrılmaya başlar, üstelik alkolle de başı derttedir. Karısının sitemlerine de hak verir, kendini hicveder.

“DERTLİ seril sefil gurbet illerde;
Beyhude şöhreti gezer dillerde.
Yârim gelir deyü gözü yollarda;
Elleri kınalı, gözü yaşlı yâr…”

Yaşı elliyi geçmiş ama gurbette geçirdiği derbeder ve özgür yaşam giderek kendine çekmeye başlamıştır İbrahim’i. 1826 yılında gurbetteki ilk göz ağrısı İstanbul’da bulur kendini. İbrahim İstanbul’a bu ikinci gelişinde kendini oldukça yetiştirmiş, sazı, sözü dinlenen bir halk aşığı olmuştur. İstanbul’da da büyük değişiklikler vardır; geçen yıllar içinde çok sayıda semai kahveleri ve Aşıklar Mahfeli adı verilen, birer kültür/sanat merkezi özelliği taşıyan kahvehaneler açılmıştır. Kendini çabuk kabul ettirir şiir ve saz meclislerine. Üstelik o zamana dek divan şairlerinin tekelinde bulunan aruz veznini halk şiirinde müthiş bir ustalıkla kullanmaya başlamıştır.

İstanbul’a gittikten kısa süre sonra yaşanan bir olay şöhretini birden arttırmıştır. Tavukpazarı’nda önemli Semai kahvehanelerinden birinin gediklileri Dertli’yi sınamak ve belki de bu yeni gelip kendi şöhretlerini gölgeleyen bu adamı madara etmeyi planlamışlardır. Muamma adı verilen çok zor bir soru kahvehanenin duvarına usulünce asılır. Dertli’nin bu muammayı sazı ve sözü ile cevaplaması beklenmektedir. Dertli duvara asılı muammayı kafiye ve veznine uygun, irticalen söylediği şiiriyle çözer. Muammayı çözene verilen ödülün de orada bulunan aşıklar arasında paylaşılmasını ister. 30 yıl önce tutunamayıp başı önde terk ettiği İstanbul’da ulaşılması zor bir şan ve şöhret kazanmıştır.

Dertli’nin çözdüğü muammanın hikayesini ve ödülü aşıklarla paylaşarak gösterdiği alicenaplık devrin önemli kişilerinden, daha sonraları sadrazamlık makamına gelecek olan Hüsrev Paşa’nın kulağına gider. Dertli’yi makamına çağırtır, iltifat eder ve maiyetinde yer verir. Hüsrev Paşa o yıllarda görevli olarak bulunduğu Tunus’ta fesi görmüş ve bazı askerlerine giydirmiştir. Katıldığı bir Cuma namazı sırasında bu askerleri gören Padişah II. Mahmut, fesin Osmanlı Devleti’nin resmi başlığı olması için ferman çıkartır. Fes özellikle tutucu softalar tarafından şiddetle eleştirilir. Hüsrev Paşa’nın maiyetinde bulunan Dertli’nin yazdığı medhiye fesin toplumda tanınıp yayılmasında büyük rol oynamıştır. Dertli’nin fesi övmek için yazdığı medhiye, o dönem şairlerinin toplumu etkilemekteki hatta dizayn etmekteki etki ve önemi göstermesi açısından dikkatle incelenmelidir. Kaldı ki fes methiyesinin son iki dizesi yaşamını sürdürmek için devlet adamlarının yanına “kapılanan” şairlerin yaşadığı açmazı gözler önüne sermektedir.

“Fes değil medhiyye-i festen murâdım Dertliyâ
Bir vesîledir duâ-yı Hüsrev ü Hâkan’a fes.”

Meali şudur: “Ey Dertli! Fesi methetmekten muradım fes değildir. Fes, Hakana (Sultan Mahmud’a) ve hüsreve (Hüsrev Paşa’ya) dua etmek için bir (sadece) vesiledir.”

Fes medhiyesi Dertli’nin ününü daha da arttırmış ve bir olasılık Padişah II. Mahmut’a takdim edilmiştir. Sonuç olarak memleketi Bolu’ya önemli sayılabilecek resmi bir görevle tayin edilir. Bolu’da bir süre rahat bir hayat sürer ama bu sefer de halktan aldığı vergileri zimmetine geçirdiği söylentileri ve iddiaları ile karşı karşıya kalır ve görevden alınır. İddiaların doğru olup olmadığını bilmiyoruz ama o dönemin devlet görevlilerinin ücretlendirme şekli bu tip söylentilerin yayılmasını kolaylaştırmaya çok uygundur. Çünkü o dönemin memurları devletten maaş almaz, halktan ve eşraftan aldıkları ücretlerle geçimlerini temin ederlerdi. Alevi- Bektaşi düşünce tarzını benimsemiş, alkolle ve içki sofralarıyla arası çok iyi olan Dertli’nin, parayla, pulla işi olmamakla beraber, devrin tutucu kesimlerinin oldukça tepkisini çektiği muhakkaktır. Sonuç olarak, Dertli ilerleyen yaşına rağmen yaşama “sıfırdan” başlamak zorunda kalmıştır.

“Biz Şirîn elinden aşk meyin içtik
Hak ile bâtılı fark edip edip geçtik
Varlık dağlarım deldik de geçtik
Ferhâd olsak da bir olmasak da bir”

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

Halk ozanı Dertli’nin dizisinin ikinci bölümünü önümüzdeki haftanın ŞİİRLİ CUMALARI’nda yazacağım.

ŞİİRLİ CUMALAR, Ortadoğu bataklığına itilmeye, muhafazakâr bir toplum olmaya ve nefret diline karşı bir DURUŞdur.

Nereden çıktı bu ŞİİRLİ CUMALAR diyenler, okuyunuz lütfen:
https://doganalpblog.wordpress.com/2014/…/05/siirli-cumalar/

Proje adının kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s