Astroloji ve falla aranız iyi midir? Doğruyu söyleyin ama, aramızda kalacak, hangi gazete ve web sitesinde hangi burç yorumcusunun iyi yazdığını, en iyi kahve falı bakan arkadaşınızın kim olduğunu, hatta yükselen burcunuzun ne olduğunu biliyorsunuz değil mi? “Fala inanma, falsız da kalma” diyerek sıyrılmak istiyorsunuz ama bu sefer olmaz, elime geçirdim sizi, bırakmam. Burç falı üzerinde durmayı düşünmüyorum, bir insanın doğduğu gün, saat ve ayın hiçbir karakter ve kişilik özelliği üzerinde etkisi olduğuna inanamam. Yakın zamana kadar “yükselenimi” de bilmiyordum, çok sevdiğim bir arkadaşım sayesinde öğrendim ama o da sizlere ömür, toprağı bol olsun. Yıldız fallarının kültürel antropoloji ve edebi dil tarafı üzerine söyleyecek lafım olamaz, gerisi boş söz. Ammaaa, şu bire bir fal bakma işi çok farklı, en yaygını kahve falı, roman kadınların baktığı el ve bakla falı ve egzotik tarot falı da var. Üçünün ortak yanı, belli sembollere bakarak kişiye özgü bir gelecek kurgusu yaratılıyor olmasıdır. Ama falcılar gerçekte nereye bakar? Çok yıllar önce yaşlı bir falcı kadının ısrarlarına dayanamayıp fal baktırmıştım. “İmparator gibisin maşallah, bakayım bir elcağızına, söyleyeyim sana istikbalini” deyince dayanamayıp açtım elimi önüne. Faldan sonra küçük bir rüşvet karşılığı falcılık sohbeti yaptık. Söyledikleri müthişti; “bakarım façasına, yüzüğüne, konuşmasına, çantasına, anlaşılır her bişey iyi bakınca”. Anlaşılan benim yaşlı falcı, yıldırım hızıyla insanları tarıyor, ölçüp biçiyor, umutları, beklentileri üzerine ne söyleyeceğine ve o insanın nasıl bir geleceği olabileceğine karar veriyordu.
Gelecek üzerine en çok kafa yormuş kişiler hiç şüphe yok ki, bilim kurgu yazarlarıdır. GELECEK BUGÜNÜN İÇİNDE SAKLIDIR şeklindeki bir aforizma, beni bilim kurgunun en büyük ustalarından Isaac Asimov’un romanlarına götürür. Son yıllardaki hatırı sayılır gelişmeye rağmen bilimkurgu hak ettiği yeri bulamamıştır, maalesef hala ikinci sınıf macera romanı damgası yer ülkemizde. Isaac Asimov’un neredeyse tüm romanları birbiri ile ilişkilidir ve yirmi bin yıllık bir gelecek üzerine kuruludur. Asimov, geleceğin bilinebileceği hatta değiştirilebileceği bir bilim dalı yaratır romanlarında: Psikotarih. Ama Asimov’un gelecek sorgulamasının en kritik noktasında robotlar yer alır, kendisinin geliştirdiği robotik yasalarının ise önümüzdeki yıllarda daha çok tartışılacağını sanıyorum. Pozitronik beyinlere sahip robotlar, üç robot yasasına uygun olarak üretilirler. Bu robotik yasalar, özetle;
1- Robotlar insanlara zarar veremez ve hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine sebep olamaz, bu birinci ve temel yasadır.
2-Bir robot insanların verdiği emirleri yerine getirir, ancak bunu birinci kuralı çiğnemeden yapmak zorundadır.
3-Üçüncü yasa ise robotun kendini korumasını öngörür ama bir ve ikinci kurallar esastır.
Asimov müthiş bir soruna parmağını uzatır. En kritik nokta, insanın nasıl tanımlandığıdır. Öyle ya, robotlar insana zarar veremez, insandan aldığı emirleri yerine getirir. Bu durumda robotların pozitronik beynine insanın tanımı kusursuz olarak işlenmelidir. Bu yüzden, örneğin Solaris gezegeninde, o gezegende kullanılan dili/aksanı kullanmayan canlılar insan tanımına uymadığından robotlarca öldürülmektedir. Bir gün, özel üretilmiş bir robot olan Daneel Olivaw, üç robot kuralına sıfırıncı kuralı getirir. Bu kural birinci kuraldan üstündür: Bir robot insanlığa zarar veremez ve harekete geçmeyerek insanlığın zarar görmesine göz yumamaz. Sıfırıncı kuralın verdiği serbesti ve geleceği değiştirebilme gücü veren psikotarih bilimini kullanan Robot Daneel, milyonlarca gezegenden oluşan galaktik imparatorluğa ve insanlığa yeni bir rota çizer.
Geleceği bilmek mümkün müdür? Teorik olarak evet. Bugüne ilişkin her şeyi ama her şeyi biliyorsanız, geleceği de bilebilirsiniz. Çünkü tüm gelecek, bugünün ilişkileri içinden gelişir, yani bugünü ve tarihi iyi bilmek, gelecek üzerine tahminde bulunma becerimizi geliştirir. O zaman daha iyi bir gelecek isteyen kişilerin, o geleceğe uygun yaşam ilişkileri ve dili geliştirmeleri zorunlu olur. Nasıl; zora, güce, iktidarın haklılığına dayalı dikey iş ve gündelik yaşam ilişkileri yerine, şiddetin her türüne karşı çıkan, farklı olanı aşağılamayan, bilginin, sevginin ve çalışmanın gücüne inanan yatay ilişkiler kurarak başlayabiliriz. Güçlü ve zengin olana duyulan hayranlık, onun yerinde olmayı düşleyen yaşam hedefleri, diktatör yetiştiren bir toplum düzeni yaratır. Taşeronlaşmaya karşı çıkmak yetmez, onu yaratan üretim ilişkilerini parçalamak zorundayız. Yani, daha çok tüketme, ona da, buna da sahip olmayı isteyen yapay dürtülerimizle başa çıkmak ve kendimizi eğitmek sosyal sorumluluğumuz olmalı. “Kadın bedenini meta haline getirdiler” dedikten sonra direksiyon başına geçince kadın cinselliğini aşağılayan küfürler etmekte herhangi bir sakınca görmüyorsak, geleceği kadının özgürleşmesinden yana kurmuyoruz demektir. Şimdiki iktidar partisinin yerine kendini muhalefet partisi olarak etiketleyen ve adalet, eşitlik, bilimin gücünü savunan bir partinin, yerel yönetimlerde belediyeleri, meclis üyelerinin ve yakınlarının hiç bir yere sap olamamış akrabalarıyla doldurması, nasıl bir geleceğe mahkum edildiğimizin acı işaretleri arasındadır. Nedir; “ne yapmalıyız” üzerine çok da kafa yormuyoruz, en çok kullandığımız cümle iki kelimelik, “burası Türkiye” cümlesi. Yani şunu söylemek istiyoruz, ne yapsak/yapsan boş, boşuna debelenme, öyle de böyle de batacağız. Geleceğin bugünün içinde olduğuna aklımız yattıysa, “burası Türkiye” cümlesini söylediğimiz zaman, geleceğin bize sunacağı her türlü melanete, hatta suç ortağı olmaya razı olmuşuz demektir.
Değerli okurlarım, bu yazıyı insan ve insanlık kavramlarını başka bir bakış açısından sorgulayabilmek, ezber tanımlarımızı gözden geçirmek, geçirtebilmek umuduyla yazdım. Ama öyle sanıyorum ki, daha güzel bir Dünya kurma özlemi, bugünü biçimlendirmekle başlar ve gerçeğe dönüşebilir.