NESLİ TÜKENEN ÇOCUKLAR

Okullar kapandı, öğrenciler karneyi kaptı ve sıra karne hediyelerine geldi. Bu konuda bir araştırma yapılmış mı bilmiyorum, benim kanaatime göre  en çok alınan karne hediyesi cep telefonu, tablet ve oyun bilgisayarı olduğunu sanıyorum. Belki televizyon veya bilgisayara bağlanan oyun konsolları da ilk sıralara yerleşmiş olabilir. Ama benim asıl merak ettiğim, bu yıl kaç çocuk karne hediyesi olarak bir Dostoyevski veya Yaşar Kemal romanı aldı ve bu hediyeye çok sevindi, Tom Sawyer ve Kaptan Grant’ın Çocukları dediğinizde gözleri parlayan çocuk kaldı mı?  Bu soruları “Bizim burada kitapçılarda raflar boşaldı, anne babalar karne günü sabahı kitapçıların önünde gün doğarken kuyruğa girdi, kapılar açılınca Jack London, Jules Verne, Tolstoy, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Kemal Tahir kitap rafları önünde izdihamlar yaşandı, zaten okul öğretmenlerinin herbiri ikişer üçer roman, öykü, şiir kitabı, resim sergisi, müze, sanatsal değerde filmler önermiş çocuklara” diye cevapladıysanız, yazımın devamını okumayın, size göre değil. “Nerde o günler” diyorsanız, okumaya devam.

Çocuklar okumuyor diyerek işin içinden sıyrılamayız, hep söylüyorum, bıkmadan söyleyeceğim: “Çocuklar işaret parmağına değil, ayak izlerine bakar”. Ebeveynler, öğretmenler, akrabalar, toplumun ileri gelenleri birer model olurlar çocuklara. Evde aile bireyleri, okulda öğretmenleri arasında okuyan yoksa, çocuğun kitap kurdu olmasını boşuna beklememeli. Ders aralarında çantasından çıkardığı kitabı okuyan öğretmenlerin yadırgandığı, okuduğu kitabın idareciler tarafından araştırıldığı bir öğretim iklimi yaşıyoruz ve bedelini de çocuklara ödetiyoruz.

Okullar tatilde, tatilde ama bu yıl da iyi bir öğrenim dönemi geçirmedi çocuklarımız. Pazartesi sabahları, adına “Bayrak Töreni” denilen, çocukların akıl ve ruh sağlıklarının kıyım kıyım edildiği, okuldan ve öğretmenden illallah ettikleri  törenlerle başladılar haftaya. Okul müdürü veya yardımcısının  toplu fırçasıyla başladı törenler; sert, kuru ve sevgisiz bir ses tonu hep aynı okul kurallarını dikte etti çocuklara. Beden eğitimi öğretmenlerinin İstiklal Marşı’na hazırlık komutları ise er eğitim hazırlık bölüklerinin talim başçavuşlarını kıskandırır. Hele o “rahat” ve “hazırol” komutlarındaki ses tonu, faşistik gırtlak bozukluğuna benziyor. Oniki yıl boyunca her pazartesi ve cuma bu törenlere maruz kalan gençlerin, televizyon ekranlarındaki ötekileştirici ve şiddet içeren siyasi nutuklara duyarsız hale gelmesine, hatta hayran olmasına şaşırmamak lazım. Anlaşılan üç aylık bir tatil, kolu kanadı kırılmış çocuklarımıza ancak yetecek, iyi de, nasıl bir yaz tatili…

Mutlaka istisnalar az değildir ama ebeveynler epeyce dertli bu yaz tatillerinden. Öyle ya, kışın çocuklar okula gidiyor, biraz ödev, biraz ders çalışma derken gün bitiyordu. Özellikle büyük kentlerde, güvenli bir sokak hayatının/etkinliğinin olmadığı günümüzde, çocuklar günün büyük kısmını evde geçiriyor.  Belki 10-20 günlük bir tatil yapabilenler küçük bir nefes alabiliyor, alıyor ama tatil uzun, tam üç ay sürüyor ülkemizde yaz tatili. Avrupa ülkelerinin olsa olsa bir ay süren yaz tatilleri ile ülkemizi karşılaştırmak, üç aylık bir tatilin gerekliliğini tartışmak değil amacım, ama ortada ciddi bir sorun olduğu açık. Yaz aylarında büyük kentler yarı açık cezaevi, evler ise bir ekrandan öbürüne koşuşturulan hücrelere dönüyor. Ekonomik durumu  iyi olan aileler yurt içi veya yurt dışında çalışma ve eğitim kamplarına yönlendirme olanağı bulabiliyor çocuklarını. Yoksul aile çocuklarının, “yoksulluğun kentsel bir avantaja dönüştüğü”  ve sokakta yaşamanın henüz tüketilmediği bölgelerde kısmen geleneksel bir “yaz tatili” geçirmeleri olanaklı olabiliyor. Ama kentlerin oldukça büyük bir kesimini oluşturan orta gelir düzeyindeki ailelerin çocukları yaz aylarını ekranlar arası bir koşuşturma ile tüketiyor/tüketecek.

Çocukların tüm yaşamlarını doldurdu ekranlar, birinin başından kalkıyorlarsa bunun en önemli sebebi bir başka ekranın başına geçmek oluyor. Şaşılacak bir durum değil, konuyla ilgili çalışan farklı bilimsel otoriteler, çocukların 2-4 yaşına kadar hiç ekranla tanışmamasını önerirken, bizler ekranları çocuk bakıcısı olarak kullanıyoruz. Çocuklar kullandıkları ekranların bir çoğunu internet adını verdiğimiz bir ağa bağlanarak kullanıyorlar. Bu ağ üzerinden geliştirdikleri ve sürdürdüklerı ilişkileri ile insanlık tarihinin daha önce benzerini hiç görmediği ve hazır olmadığı bir dünyanın içine dalan çocuklar, kendilerine yeni bir aidiyet ve kimlik geliştiriyorlar. İnsanlar arası iletişime ait tüm kural ve yasaların tepetaklak edildiği bu yeni çağ, bedenleri ve fikirleri küçük, bilgileri ve akılları büyük bir jenerasyonun yetişmesine tanık oluyor. Ne çocuğa benziyorlar ne de erişkine,  bilgisayar, televizyon ve cep telefonu ekranları arasına sıkışan çocuklarımız nesli tükenme tehditi altındaki canlılara dönüştüler, dönüşüyorlar.

Değerli okurlarım, birkaç gün sonra bu yazımın devamı niteliğindeki EKRANLAR ARASINA SIKIŞAN ÇOCUKLAR: NE YAPMALI, NASIL YAPMALI başlıklı yazımda çözüm önerilerini tartışacağım. Her türlü görüş ve önerinizi yazıma yorum olarak yazabilirsiniz. Yorumlarınız gazete editörleri tarafından okunduktan sonra yayınlanıyor, yorumunuzu hemen görmezseniz telaş etmeyin, bekliyorum…

Not: “Nesli tükenen çocuklar” ifadesi sevgili arkadaşım Ayşe Nur Doksat’a aittir, yazımda kullanmama izin verdiği için teşekkürlerimi sunuyorum.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s