Necip Fazıl Kısakürek’in “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır” sözü fena halde çarpmıştır beni. Düşünebiliyor musunuz, her şeyi, ama her şeyi anlayabileceksiniz. Oldum olası nükleer fiziği anlayabilmeyi isterdim; önce Abdülhamit’i anla sonra da CERN’de Tanrı parçacığı arayan bir fizikçi ol mesela, iyiymiş.
Deneme türünde ve üç bölümden oluşacak olan bu yazının konusu Abdülhamit. 33 yıl saltanat sürmüş, 34. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’i külliyen anlatabileceğimi sanmadığınızı umuyorum. Yazımın akademik bir iddiası yok; yok ama sağdan soldan duyduklarını, oradan buradan devşirdiklerini sallayan yazılardan da değil. Yazdıklarımın ardında son bölümden sonra listeleyeceğim kapı gibi kaynaklar olacak. Niye bu yazıya gerek duyduğumu soruyorsanız, son bölümü bekleyeceksiniz. Girişi beğendiyseniz, buyurun, devam ediyoruz.
Rus Çarı I. Nikolay’ın “hasta adam” benzetmesi yapmasının üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçmişti. 30 Mayıs 1876 sabaha karşı saat 03.00’de, Süleyman Paşa komutasındaki birlikler ve askeri öğrenciler karadan, donanma ise denizden olmak üzere Dolmabahçe Sarayı’nı kuşattı. Abdülaziz tahttan indirildi ve Murat padişah ilan edildi. V. Murat’ın tahta çıkışı İstanbul’a tatlı tatlı esen bir umut rüzgârı estirdi. Bu rüzgâr önüne kattığı hürriyetçilik ve meşrutiyetçilik ile toplumda iyimser bir hava sağladı. Hatta Murat’ın tahta çıkışı nedeniyle yayınlanan hatt-ı hümayun, “Allah’ın takdiri ve uyruklarının arzusu” vurgusu yaparak adeta demokrasi muştusu veriyordu.
“Padişah darbesinden” beş gün sonra, tahttan indirilen Abdülaziz odasında ölü olarak bulundu. Sakalını düzeltmek için bir makas istemiş, odasını içeriden kilitledikten sonra kol damarlarını kesmişti. İngiltere, Fransa ve Avusturya elçiliklerinin doktorlarının da bulunduğu 19 hekim tarafından olayın intihar olduğu yönünde bir rapor düzenlendi. 19 imzalı bu ölüm raporuna rağmen Osmanlı tarihçileri arasında bu olayın cinayet olduğunu ileri sürenler çıkmıştır. Cinayet iddiasının ilk sahibi ise bizzat Abdülhamit’tir. Yazımın ikinci bölümünde bu olaya geri döneceğiz, şimdilik burada dursun.
Yeni padişah olmuş V. Murad’ın amcası Abdülaziz’in ölümünden kötü etkilenmesi doğaldır. Sultan Murat’ın ruh hali önceden beri sağlam değildir. Kaldı ki, yüzyıllar boyunca Osmanlı şehzadelerinin akıl ve ruh hallerinin iyi olması beklenmemelidir. 19. Yüzyılda şehzadelerin katledilmesi söz konusu olmasa bile; çok dar bir çevrede izole bir hayat sürmeleri, yeterli eğitim almayışları, etraflarında dönen kumpas ve entrikalar ruh hallerinin dibe vurmasına yeterli olmuştur. Saray eğitimi ölçü alınırsa, Murat kültürlü sayılabilirdi. Batı fikriyatına yatkındı ve İngiltere’de Mason olmuştu. İçkiyle arası fazla “iyiydi”. Apar topar tahta çıkarılışı, “kukla bir hükümdar” olduğunu fark etmesi, Abdülaziz’in intiharı Murat’ı uçurumun kenarına getirmişti.
On gün sonra yeni bir olay daha patlak verdi. Abdülaziz’in dördüncü karısı Neşerek Kadın Efendi’nin kardeşi, 26 yaşındaki Kolağası Çerkez Hasan, Abdülaziz’in tahttan indirilmesini ve intiharını içine sindirememişti. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sorumlu olduğunu düşündüğü, intikam almak istediği paşaların toplantı yaptığı Mithat Paşa’nın konağını tek başına bastı. Baskında beş kişiyi öldürmüş, çok sayıda kişiyi de yaralamıştı. Toplantıda bulunan Mithat Paşa ve Serasker Hüseyin Avni Paşa Abdülaziz’i tahttan indiren ekibin çok önemli iki aktörüydü. Bu iki paşa aynı zamanda iki uç görüşün temsilcileri olarak kabul ediliyordu. Mithat Paşa meşrutiyetin ilanını savunurken Hüseyin Avni Paşa meşrutiyetin çok erken olduğunu ileri sürüyor ve karşı çıkıyordu. Kolağası Çerkez Hasan, Hüseyin Avni Paşa’yı vurmuş, Mithat Paşa ise kaçmayı başarmıştı.
Ruh sağlığı sınırda olan Sultan Murat, bu katliamdan sonra “delilik” merhalesine ulaştı. Hüseyin Avni Paşa’nın ölümüyle Mithat Paşa’nın temsil ettiği meşrutiyet yanlısı akım güçlenmiş, Veliaht Abdülhamit meşrutiyet yanlısı İngiliz elçisine mesaj göndermiş ve Mithat Paşa ile görüşmüştü. Meşrutiyet ve anayasa konusunda güvence veren Abdülhamit 31 Ağustos 1876’da tahta getirildi.
Osmanlı Devleti imparatorluktan kopmaya/kopartılmaya çalışılan özellikle Balkan ülkelerinin baskısı ve Osmanlı’yı nasıl paylaşacağı konusunda anlaşamamış emperyalist devletlerin kıskacı altındaydı. 1876 Aralık ayında başlayan ve Balkan ülkelerinin durumunu görüşen Tersane Konferansı’ndan, ilan edilen meşrutiyet nedeniyle olumlu sonuçlar çıkması bekleniyordu. Ama çıkmadı. Meşrutiyetin ilanı Rusya ve diğer Avrupa devletlerini etkilemeye yetmemişti.
Abdülhamit’in tahta çıkması ile Sadrazam olan Mithat Paşa bu unvanını uzun süre koruyamayacaktı. Aslına bakarsanız Mithat Paşa’nın bu gerçeği görmediği düşünülemez. Osmanlı, yüzyıllar boyunca, padişahı “hal edenlerin” güçlenmesine, hatta yaşamasına izin vermemiştir. Mithat Paşa gibi, iki padişahın “hal edilmesini” planlayan, saltanatın yetkilerini sınırlandırmayı, Batı tarzı demokratik kurumların gelişmesini hedefleyen bir devlet adamının iktidarına göz yumulması beklenemezdi. Abdülhamit’in kendisine gönderilen bazı idari kararları dokuz gün boyunca onaylamaması üzerine, Mithat Paşa padişaha bir yazı gönderir. Bu yazıdan aldığım bir cümle Mithat-Abdülhamit ilişkisinin geldiği noktayı açıkça göstermektedir.
“dehşetli zelzelelerden mahv ve inkıraz derecesini savuşturan devlet binasını tamire çalıştığımız sırada siz adeta yıkmak istiyorsunuz diyebilirim”
Tersane Konferansı’ndan kısa süre sonra beş aylık Sadrazam Mithat Paşa görevden alındı ve sürgüne gönderildi. Tersane Konferansı’nda bazı Balkan devletlerinin bağımsızlığına dair alınan kararların faturası Mithat’a çıkarılmıştır. Maalesef, Mithat Paşa’nın daha sonra başına getirileceklerin yanında bu sürgün bir tatil sayılmalıdır.
Tersane Konferansı’nda Osmanlı Devletine dayatılan koşulların reddi savaş anlamına geliyordu. Sonuç olarak, Rusya, Nisan 1877’de savaş ilan etti. “93 Harbi” diye adlandırılan 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı başlıyordu.
Tarihin galibiyetler üzerinden yazılmasına izin verirseniz, bizim lise tarih kitaplarımız çıkar ortaya. Osmanlı- Rus savaşını, Erzurum Aziziye tabyasında Nene Hatun’un kahramanlık destanı ve Plevne kentini savunan Gazi Osman Paşa’nın başarılarından ibaret sananlar sükûtu hayale uğrayacak ama işin aslı şudur: Osmanlı’nın ağır hezimetiyle bitti savaş. Ruslar İstanbul surlarının dibinde Yeşilköy’e kadar gelip büyük bir zafer anıtı inşa ettiler. Birinci Dünya Savaşı’na kadar da yerinde kaldı Rusların zafer anıtı.
Savaş sonrası Rusların Osmanlı Devleti’ne dayattığı şartlar çok ağırdı ve Osmanlı’nın bu şartlara itiraz edebilecek gücü yoktu. Rus taleplerinin, Osmanlı Devleti’ni tümden yutmak anlamına geldiğini anlayan Avrupa başkentleri ayağa kalktılar. Osmanlıları- Türkleri çok sevdiklerinden değil, Avrupa’da güç dengesinin Ruslar lehine değişmesinden korkuyordu Batılı devletler. Savaşın bitmesinden birkaç ay sonra toplanan Berlin Kongresi ile Osmanlı Devleti’nin toprak birliği sağlandı. Batı, Osmanlı’nın Rusların elinde mundar olmasına izin vermemiş, ileride kendi aralarında paylaşmak üzere şimdilik koruma altına almıştı. Berlin Kongresi ile Avrupa, Anadolu’nun doğusunda Ermeniler ve Kürtler hakkında olduğu gibi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerindeki niyetlerini de göstermiş oluyordu.
1877’de faaliyete geçen Osmanlı Meclisi savaş sonuna kadar çalışmalarını sürdürdü. Ancak Meclis’in fonksiyonu bir serbest kürsü niteliğinden ibaretti. Hükümetin ve idarenin cehalet, vurdumduymazlık, rüşvet, becerisizlik, keyfilik, baskı ve zulüm uygulamalarını eleştiren bir meclisi vardı artık Osmanlı’nın. Bu eleştiri mekanizmalarına alışık olmayan yöneticilerin Meclis’e düşman olmaları şaşırtıcı değildir. Rus ordusu İstanbul yakınlarına gelince Abdülhamit 13 Şubat 1878’de Yıldız Sarayı’nda 43 kişinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Toplantıda Meclis Başkanı dâhil olmak üzere dört mebus bulunuyordu. İstanbul Mebusu Ahmet Efendi söz alarak böyle bir toplantının daha önce yapılması gerektiğini, Meclis’in yaptığı uyarı ve eleştirilere hükümetin kulak tıkadığını söyledi. Ahmet Efendi’nin bu cesur açıklaması Abdülhamit’i çok öfkelendirmiştir, İstanbul mebusuna herif diye hitap ederek dedesi II. Mahmut’un izinden gideceğini açıklar. Ertesi gün Meşrutiyet Meclisinin çalışmaları sona erdirildi. Osmanlı, demokrasiyle olan ilk sınavından çakmış, 1908 yılında Abdülhamid tahttan indirilene kadar da yeni bir sınava izin vermeyecekti.
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU