BAHARATIN ZULMÜ

 Ezberlerimizle yaşıyoruz: 1. Bölüm

 

“Ezberlerimizle yaşıyoruz” başlıklı bir yazı dizisiyle karşı karşıyasınız. Devam bölümleri hangi aralıkla size ulaşır henüz bilmiyorum.

 Böyle bir yazı dizisine başlama nedenini açıklamalıyım: Yaşamın günlük koşuşturmacası içinde fark etmesek de her gün çok sayıda karar alıyoruz, basit!  Karmaşık! Aldığımız kararları nasıl aldığımızı hiç düşündünüz mü? Hiç tartışmadığımız, üzerinde düşünme gereği duymadığımız, doğruluğundan asla şüphe etmediğimiz, aklımızın girilmedik bir köşesi olan ezberlerimize dayanarak alıyoruz tüm kararlarımızı. Ezberlerimiz üfürükten tayyare ise üzerine kurduğumuz tüm fikirler, kararlar, dini inançlar ve siyasi taraftarlığımız kâğıttan kaplandır. Eminim, zekâsıyla ilgili problemi olmayan ve tahsil düzeyi de iyi olan bazı kişilerin akıl almaz derecede saçma fikirler ürettiğine tanık olmuşsunuzdur. Muhtemeldir ki saplandığı ezberlerin üstüne kuruludur pek çok fikri.

Bu yazı dizisinin her bölümüne bir test sorusuyla başlayacağız, moda tabiriyle “format gereği” bir sınav sorusu. Strese gerek yok, cevabınızı sizden başka kimse bilmeyecek. Hazırsanız başlıyoruz.

Kristof Kolomb, Batı yönüne giderek Hindistan’a ulaşılabileceği iddiasıyla yola çıktı. Sonuç olarak o zamana kadar bilinmeyen bir kıtayı, Amerika’yı keşfetti. Döneminin bilim adamları ise Kolomb’un yanıldığını ve Hindistan’a varamayacağını düşünüyorlardı. Sizce 15. yüzyıl bilim insanlarının Kolomb’a karşı çıkarken ortaya koydukları tez aşağıdakilerden hangisidir?

A-    Dünya düzdür, sürekli Batı’ya gidilirse deniz biter ve gemi kozmik boşluğa düşer.

B-    Dünya öküzün boynuzları arasındadır ve batıya giden gemiler öküzün boynuzlarına çarpar.

C-    Hristiyan inançlarına göre Dünya yuvarlak değildir ve Kristof Kolomb çağında bilim adamları bile dini dogmalara aykırı bir iddiayı aklından geçiremez. Dünya yuvarlaktır demek kâfirliktir.

D-   Hiçbiri.

Avrupa baharatın tadını bir kez alınca yediklerinin ne denli tatsız tuzsuz olduğunu keşfetmiştir. Günümüzde mutfağımızın sıradan “otlarından” biri olan karabiber 11. yüzyıl başında taneyle sayılıyor, değeri gümüşle eş sayılıyordu. Karabiberle ev ve arazi sahibi olunabiliyor, yurttaşlık hakkı satın alınabiliyordu. Ortaçağ’da çok zengin bir kişi “karabiber çuvalı” olarak adlandırılırdı. Baharat ve en az onun kadar değerli ipeğe ulaşmak için de Doğu’ya, Hint diyarına ulaşmak gerekiyordu. Çok zorlu bir yolculuktu bu, doğanın fiziksel engelleri, iklim koşulları, haydutlar, korsanlar her merhaleyi bir ölüm yarışına çeviriyordu.   Ayrıca yolculuğun geçtiği ülkelerdeki onur kırıcı İslam’ın siyasi üstünlüğüne boyun eğilmesi kaçınılmazdı. Haçlı Seferleri’nin romantik ve ulvi sebebinin kutsal Kudüs’ün kâfirlerin elinden alınması gibi gösterilmesine bakmayın, en önemli amaç baharat ve ipeğe giden güvenli ve ucuz bir yol bulmaktı. Avrupa’nın sayısız insanın ölümüne yol açan “Haçlı” macerası hüsranla bitti. Geçiş yolu yeniden “kâfirlerin” elindeydi.  Bir yol bulunmalıydı,  denizden ulaşılan bir yol.  Gözlerin Doğu’nun zenginliklerine dikilmesiyle 15. yüzyıl, coğrafi keşifler çağının giriş kapısı oldu.

Deniz yoluyla Doğu’ya ulaşmak, tam anlamıyla bilinmeze yolculuk anlamına geliyordu. Tehlike o denli büyüktü ki gözlerini para ve şöhret bürümüş, her türlü riski göze almış maceraperest gemi sahipleri ve kaptanlar tayfa bulamıyorlardı. Ölüm mahkûmlarının cezalarının kaldırılması veya gönüllülerin Papa tarafından tüm günahlarının affedilmesi vaadiyle zorlukla gemi adamı bulmak mümkün oluyor, ancak bu kez de açık denizde isyan eden denizciler yolculuğu olanaksız hale getiriyordu. Nedir, okyanusları aşmaya hazır maceraperest kaptanların en büyük sorunlarının başında Ptolemaios geliyordu; yani namı diğer “Geographus Maximus” dikiliyordu bütün heybetiyle. Ptoleimos 2. yüzyılda yaşamış, Kristof Kolomb’a kadar “coğrafyanın papası” olarak kabul edilen, üzerine söz söylemeye cesaret edilemeyen İskenderiyeli bir bilim adamıydı. Dünyanın küresel yapısını anlamış, gezegenler sistemi konusunda temel hipotezler geliştirmişti. Ptoleimos’un II. Yüzyıldaki tespitlerine rağmen 1459 yılında Venedik’te Mauro tarafından, Kitab-ı Mukaddes’e dayalı olmayan, Kudüs’ün dünyanın ortasında yer almadığı bir harita ilk kez çizilebilmiştir. Avrupa Rönesans’ı, bilimi dinin dogmalarından çekip almaya hazırlanıyordu. Ptoleimos’un Latince ’ye çevrilmiş haritaları denizci ve coğrafyacıların 15. yüzyılda önünü açacaktır.

Ptoleimos

Hint diyarlarına ulaşmanın iki yoluna da Ptoleimos öğretisi izin vermiyordu. Birinci yol, Afrika’nın Batı kıyıları boyunca Güney’e inerek Hint Okyanusu’na açılan bir geçit bulunması fikrine dayanıyordu. Ptoleimos, Afrika’nın Batı kıyılarının Antarktika’ya kadar uzandığını ve Hint Okyanusuna açılan bir geçit olmadığını yazmıştı. İkinci yol ise Batı’ya doğru giderek Japonya’ya ulaşabilme olasılığıydı. Ancak 13. yüzyılda Marco Polo’nun verdiği bilgilere dayanarak çizilen Asya haritalarında kıtanın eni çok fazla hesaplanmış ve Ptoleimos’un haritalarında yapılan düzeltmeler nedeniyle Kolomb Avrupa’dan Japonya’ya olan mesafeyi 3000 mil olarak hesaplamıştı. Oysa gerçek mesafe çok daha fazlaydı:  10.600 mil.

Ptoleimos’un II. yüzyılda çizdiği Dünya haritası

İspanya’da 1218 tarihinde kurulan Salamanca Üniversitesi Avrupa’nın en eski üniversitelerinden biridir. Kristof Kolomb Batı yönünde denize açılıp Japonya’ya, oradan da Hindistan’a varacağını iddia ederek Portekiz ve İspanya krallarından destek istemişti. Salamanca Üniversitesi’nin âlimleri bu isteğe karşı çıktılar. Dünyanın yuvarlak olduğunu biliyorlardı elbette, teorik olarak Kolomb’un Avrupa’dan Asya’ya Batı yoluyla gidebileceğini de kabul ediyorlardı. Ancak Kolomb’un Ptoleimos’a dayanarak yaptığı mesafe hesabının yanlış olduğunu, dünyanın Kolomb’un sandığından daha büyük olduğunu ve o günün teknolojisine ait gemilerle ulaşılamayacağını söylüyorlardı. Nitekim haklıydılar. Kristof Kolomb’un ikna yeteneği ve hırsları coğrafya bilgisinden daha iyiydi. Kraliçe İsabella’nın desteği ile üç gemi ve 90 kişilik mürettebat ile yola çıktı. O günün bilgileri ışığında Kristof Kolomb ve yanındaki 90 kişinin yaşama şansı yoktu, Asya kıtası 15. yüzyıl gemileriyle ulaşabileceklerinden çok uzaktı. Ne Salamanca Üniversitesi âlimleri ne de Kristof Kolomb Asya ve Avrupa arasında devasa bir kıta olduğunu bilmiyordu, bilemezdi.

Yazının girişindeki test sorusunun cevabının “D- Hiçbiri” olduğunu artık biliyorsunuz. Ama korkarım şöyle düşünüyorsunuz: “Kolomb konusunu bilsem ne olur, bilmesem ne olur, karar alırken ve siyasi düşüncelerimi oluştururken 15. Yüzyıl bilgimi gözden geçirmiyorum ki!” Ama bu düşünceniz de başka bir ezberin ürünü. Ezberlerimizi aklımıza nakşederken her seferinde aynı veya benzer ideolojik aygıtların kanallarını kullanıyoruz. Daha da vahimi, aklımızın karanlık deposunda tüm bu ezberlerimiz birbirine sımsıkı dolanmış halde bulunuyor. Yani meselemiz Kolomb’dan ibaret değil. Yazı dizimizin ilerleyen bölümlerinde bu noktaya geri döneceğiz.

Ezberlerimizden tümüyle kurtulmak kolay değil, belki de olanaksız. Yine de başarabiliriz, bugün elde var bir dedik, darısı ikiye.

Devam edecek…

 

KAYNAKLAR

 

1-    Peter Watson, Fikirler Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014.

2-    Stefan Zweig, Macellan, Can Yayınları, İstanbul 2013.

3-    Clifford O. Conner, Halkın Bilim Tarihi, TUBİTAK Popüler Bilim Yayınları, Ankara 2013.

4-    Umberto Eco, Ortaçağ, Barbarlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar, Alfa Yayınları, İstanbul 2014.

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s