Malum videoyu izlemedim, izlemeyi de reddediyorum[i]. Böylesi bir şiddetin görsel/işitsel medya aygıtlarıyla paylaşılması, bu görüntülerin ve seslerin toplumun büyük bir bölümüne ulaştırılması kan pornosudur.
35 yıllık tıp doktoruyum, 6 yıl tıp eğitimi, eder 41 yıl. Kanlı şiddet olaylarının sonucu olan yaralanma ve ölümlerin aklınıza gelebilecek her türüyle karşılaştım. Yine de 2011 Ekim ayında Habertürk[ii]gazetesinin sürmanşetinde, sırtından bıçaklanan çıplak bir kadının buzlanmadan, sırtında bıçakla yayınlanmış fotoğrafını gazete büfesinin vitrininde gördüğümde zorlandım. Çünkü bu bir kan pornosuydu. O fotoğrafı milyonlarca insan gördü. O fotoğrafı yayımlayan Fatih Altaylı kendisini “kahramanca” savundu, hala bu ülkede gazetecilik yapmaya devam edebiliyor. Kan pornosunun cinsel ilişki pornosundan zerre kadar farkı yoktur, toplum ve birey üzerinde benzer yıkıcı etkiye sahiptir.
Yine kıyamet kopuyor, “idam gelsin” diye. Bilim diye bir “şey” var, sadece laboratuvarlarda yapılmıyor. Toplumbilimciler, sosyologlar, kültürel antropologlar, psikoloji uzmanları onlarca yıldır araştırıyor, bilimsel araştırmaların sonuçlarını yayımlıyor. Victor Hugo’nun ölüm cezasını sorguladığı “Bir idam mahkumunun son günü” adlı eserinin üzerinden neredeyse 200 yıl geçti. Sonuçlar açık: İdam şiddet suçlarını önlemiyor. Ölüm cezası olan ülkelerden Çin, Suudi Arabistan, İran, Afganistan gibi ülkelerde şiddet olayları daha fazla. ABD’de idamın uygulandığı eyaletlerle uygulanmadığı eyaletlerde suç oranları farklı değil. Üstüne üstlük, ölüm cezasının uygulandığı ülkelerin çoğunda idam siyasi muhaliflere karşı kullanılıyor. Kaldı ki ölüm cezasına ait toplumsal talep, o ülkenin kümülatif nefret dilini geliştirir. Nefret dili en azılısından bir katile bile yönelik olsa, yaşadığımız kan pornosunu beslemektedir.
Lamı cimi yok, kadına yönelik şiddet artıyor, alınan tedbirler hemen tümüyle faydasız. Hukuki yetersizlikler bir yana kadına yönelik şiddetin önemli mevzilerinden biri olan kadın sığınakları desteklenmiyor, geliştirilmiyor, CHP dahil olmak üzere yerel yönetimler var olan kadın sığınaklarını kapatıyor veya işlevsiz hale getiriyor[iii].
Kanaatimce kadın cinayetleri sadece görünen yüzüyle tanımlanıyor. Erkekler kadınları öldürüyorsa bunun adı “erkek şiddetidir” diyen kısır bir tanım yerine, “içinde yaşadığımız ülkede erkek kültürü dominant hale getirilmiştir” şeklindeki ifadenin gerçeği daha iyi tanımladığı kanısındayım. Bu kanımı destekleyen bir film önereceğim sizlere: 1992 yapımı, Lale Mansur’un başrolde oynadığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Düş Gezginleri[iv]filmini izlemenizi öneririm. İki kadının ilişkisine erkek kültürünün nasıl egemen olabildiğini görmek, ezberlerimizi sorgulamamızı sağlayabilir.

Yükselen şiddet, mütecaviz gibi olmayan, farklı düşünen, yaşam konforunu, ezberlerini bozan herkesi hedef alıyor. Bireysel düzeydeki dürtü denetiminin yitimi[v], ülkemizi bir Armageddon[vi]alanına çevirmiş durumda.
Nekrofili dendiği zaman herkesin aklına ölülerle cinsel ilişki kuran psikiyatrik hastalar geliyor. Erich Fromm, nekrofili kavramını geliştirerek, doğaya, canlılara, yaşama olan düşmanlığı tanımlamak için kullanıyor[vii]. Ben bir adım daha atarak, yaşadığımız dönemin nekrofilik bir toplum olmaya doğru ilerlediği kanaatindeyim. Hipnotize olmuşçasına milyonlarca kişinin izlediği ve güya toplumsal bir soruna işaret ediliyormuşçasına şiddetin subliminal olarak yüceltildiği diziler ve Müge Anlı’nın yaptığı türden programlar, sosyal medyanın bilgi kirliliğine teslim olmuşluğumuz, şiddetten yakınırken kanlı görüntüleri paylaşmaktan vazgeçmeyişimiz, hala idamı savunuşumuz, kendi sorunlarımızda/duygularımızda boğulmuşluğumuz, Ortadoğu’da yaşanan kirli savaş yerine deniz kenarında gördüğümüz Suriyelilere takmışlığımız, şiddeti eleştirirken nefret diline saplanmışlığımız, nekrofilik bir toplum olmaya gittiğimizin bazı işaretleridir.
Bir ülkenin nefret dili ve kan pornosuna bulanarak şiddete teslim oluşu, kültürel, sosyal, iktisadi, ahlaki çöküşün apaçık alametleridir. Bu çöküşü durdurmak için bireysel çabaları önemli bulmakla beraber hepinizi daha büyük bir resmi görmeye davet ediyorum. Şiddet, serpilip büyümek için uygun bir ortam, elverişli topraklar arar. Bu topraklar daima eşitsizlik, sömürü, hukuksuzluk, adaletsizlik, baskı, insan hakları yokluğu ve savaşlarla beslenir ve şiddeti besler. Çözüm mü? Bütün bu tabloyu iyi görecek bilgiye, harekete geçecek cesarete, eğriyle doğruyu ayırt edecek bir akla sahip olmakla, belki…
ÖZCESİ
Grimm Masallarının[viii]tam metnini okumayanlar, Rapunzel’in saçlarına tutunarak kuleye tırmanan prens için, “sevgilisini alıp nasıl aşağı inmiş” diyerek büyük bir zekâ ve mizah gücüne sahip olduklarını zannederler. Grimm masallarını okumadıysanız, prensle alay etmekten vazgeçin lütfen.
DİPNOTLAR
[i]23 Ağustos 2019 tarihinde Emine Bulut isimli bir kadının, eski kocası tarafından boğazı kesilmesi sonrası çekilen video.
[ii]Habertürk Gazetesi, 7 Ekim 2011.
[iii]Kadın sığınakları üzerine pek çok yazı yazdım. Sonuncusunu okumak için tıklayın lütfen: https://doganalpdemir.com/2019/03/10/belediye-secimleri-ve-siginak/
[iv]Düş Gezginleri: https://www.youtube.com/watch?v=v53iHmW1ZnM&t=5493s
[v]Dürtü denetiminin yitimi üzerine “Camide Cinayet” başlıklı hipotetik bir yazı kaleme almıştım, ilginizi çekerse tıklayın lütfen: https://doganalpdemir.com/2019/07/20/camide-cinayet/
[vi]Armageddon: Dini kaynaklarda Dünya’nın sonu geldiğinde yapılacağı kehanet edilen büyük kıyamet savaşının adıdır. Kaynak Vikipedi.
[vii]Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Payel Yayınevi, 1994.
[viii]Grimm Masalları, Pinhan Yayıncılık, İki cilt, 2011.
Sayın Doğan Alpaslan Demir bey, yazınızla kadını hedef alan ve günden güne artan her türden şiddet olaylarına farklı açılardan bakabilmem gerektiğini daha iyi algıladım. İşimiz ne kadar zor. Şiddet, nefret dilini normalleştirmeye yarayan her araç iyice anlaşılmalı, uzak durulmalı. Nefrofil “toplum” konusu ilgimi çok çekti. Önceki yazılarınızda da vardı. Düşündürücü…
Size teşekkür ediyorum. Saygılarımla.
BeğenLiked by 1 kişi