Bu yazının başlığı Türk Tabipleri Birliği’nin #yönetemiyorsunuztükeniyoruz etiketinden esinlenilmiştir.
SARS-CoV-2 virüsü geçtiğimiz 8 ay içerisinde yerküremizde 1 milyona yakın[1] insanı öldürdü. Üstelik bu rakam ülkelerin sağlık otoriteleri tarafından bildirilen ve gerçeği tam olarak yansıtmayan rakamların toplamından oluşuyor. Bağımsızlıklarını korumayı başarmış bilim insanları, gerçek sayının bunun iki katından çok fazla olabileceğini ileri sürüyorlar. Kaldı ki tüm dünyada resmî kurumların verdiği rakamların manipüle edilmiş olduğunu gösteren pek çok kanıt bulunuyor. COVID-19 hastalığı toplu taşıma araçlarını kullanan, kalabalık işyerlerinde ve konutlarda çalışan/yaşayan, yetersiz sağlık hizmeti alan yoksulları; cezaevi, yaşlı bakım evi, kadın sığınağı gibi toplu yaşam alanlarında yaşayanları ve hastalıkla her gün burun buruna mücadele eden sağlık çalışanlarını öldürmeyi sürdürüyor.
Pandeminin sürdüğü bu 8 ay içinde ilk önce ölümlere, artan ölüm sayılarına alışıldı. Empati yoksunluğu, küntlük ve duygusal sağırlık gibi anti sosyal kişilik bozukluğuna ait bulgular, toplumların davranış kodlarına sızarak yeni ahlaki normlar gelişmeye başladı. Mesela, bilimin tüm karşı çağrılarına rağmen dünyadaki yüz milyonlarca insan yaz aylarında tatil yörelerini doldurdu. Bu durum tam anlamı ile kolektif bir dürtü bozukluğu olarak tanımlanabilir ve sonuçları en az pandemi kadar ağır olacaktır. Sonuçta, dünyamızı saran bu kolektif dürtü bozukluğu, küresel erki elinde bulunduran iktidar mekanizmaları tarafından bir “ideolojik aygıt” kalıbına sokulmuştur.
Pandeminin neden iyi yönetilemediğini gayet iyi biliyoruz. Yerküredeki ulus devletler, pandemiyle mücadelede bilimin çağrılarına kulak tıkayarak finans dünyasının talepleri doğrultusunda kararlar aldılar, almaya devam ediyorlar.
Bir ilim sahibinin, muktedirin sofrasına oturarak onun fikir ve icraatlarını ilmiyle doğrulaması hem ilmen hem de ahlaken muteber değildir… Doğan Alpaslan Demir- 26 Haziran 2013
Ulus devletler aldıkları kararları sermayenin çıkarları doğrultusunda aldıklarını gizlemek için her ülkede hırsları ilimlerinden ağır çeken akademik unvanlılardan oluşan kurullar meydana getirdiler. Aldıkları kararlarda bu kurulları kaynak gösterdiler ama aslında onları hiç dinlemediler. Bu akademik unvanlı adamlar/kadınlar bazen iktidar aygıtlarının sözcülüğünü yaparak, sessiz kalarak veya istifa etmeyerek pandeminin bir katliama dönüşmesinin ortağı oldular.
Ulus devletlerin iktidar erkleri, hastalığın yayılması, vaka ve ölüm sayıları hakkında yalan söylüyorlar, sahadan gelen verileri manipüle ediyorlar, insan hayatını koruma amaçlı değil siyasi ve sermaye odaklı kararlar alıyorlar. Üstelik salgının oluşturduğu toplumsal paralizi ve kaosu fırsat bilerek Brezilya’da Amazon, Türkiye’de Kaz dağları ve daha kim bilir nerelerdeki ağaçlara göz diktiler.
Dünyayı yöneten siyasi iktidarlar, aldıkları kararları kocaman cepleri ve önünde düğmeleri olan cüppeler giyen ve muktedirin sofrasından çöplenen “ilim sahiplerinin” ağzından söylüyorlar. Hal böyle olunca, muktedirlerin her sözüne körü körüne inanan ve/veya bilime güvenmeyen, komplo teorilerinin peşinde beyinleri pelteye dönüşmüş bir toplum dizayn ediliyor: Dürtü denetiminden yoksun, beyinlerindeki haz merkezinin arzuları doğrultusunda yaşamını biçimlendiren insanlardan oluşan bir yeni dünya düzeni. Peki ne yapmalı, nasıl yapmalı? Fikriniz varsa yazın, “akıl akıldan üstündür” derler, belki en iyi yolun tarifi sizin aklınızda gizlidir, çalışalım biraz!
DİPNOTLAR:
[1] 16 Eylül 2020 tarihi itibarıyla dünyadaki COVID-19 ölümleri 941.769 kişiye ulaşmıştır.
Bırakalım doğal seçilim mekanizması çalışsın bence.
BeğenBeğen
Bundan daha iyi anlatılamazdı.
BeğenBeğen
Diliniz sertve ağır. İki defa okudum. Güzel.
BeğenBeğen
Sade ve yalın bir anlatım. Çok iyi bir özet.
BeğenBeğen