Bir Fotoğraf Hikayesi: Minimalist Çiçek

Sosyal medyada her gün bir fotoğraf paylaşıyorum; bugünün kısmetine kırmızı bir çiçek düştü, nedir, bu çiçek “kötü yola düştüğümün” de kıpkırmızı bir resmidir. Çünkü hiç tarzım olmadığı halde “minimalist” bir fotoğraf çekmiş ve onu sizinle paylaşmış bulunuyorum. Bugün o “kötü yola” düşmüşlüğün hikayesini anlatacağım. 

Minimalizmi sevmedim, sevemedim! Minimalistler nesneleri tarihinden, kültürel ve çevresel bağıntılarından temizleyerek, duygu ve biçimsel özelliklerinden ayıklayarak, “arınmış” bir sanata ulaşmaya çalıştıklarını iddia ediyorlar. Biraz haklılar, anlatmak/göstermek istediklerini daha güçlü bir vurguyla izleyiciyle buluşturmayı başarıyor olabilirler. Mimaride ve heykelcilikte sanatçının elini güçlendirmiş, anlatım olanaklarını zenginleştirmiş de olabilirler; emin değilim.  Sinemayı bilmem; 50 yıl önce izlediğim Tarkan Gümüş Eyer filminden sonra yollarımız ayrıldı; ne desem hikâye. Ama resim ve fotoğrafta, hele de müzikte “minimalist sanat tarzı” beni irkiltiyor. Neyse ki yalnız değilim; sanat eleştirmeni ve sanat tarihi profesörü Michael Fried, daha 1967 yılında yazdığı “Art and Objecthood” makalesinde (sanat ve nesnellik) minimalizmi, varoş ağzıyla söylemek gerekirse gömmüştür. 

Kendi adıma söylemem gerekirse minimalizm, izleyicinin “ben demiştim, düşündüğüm ve hissettiğim gibi” özdeşleşme hazzına kapılmasına izin verir, teşvik eder. Oysa sanatçının bunun çok ötesinde sorumlulukları vardır. Sanatçının, izleyicisinin egosunu beslemek yerine onu sarsmak ve hatta aklına ters takla attırıp allak bullak etmek gibi aykırı bir duruşu olmalıdır, olsa iyi olur. Aksi halde kendini -belki amaçlamadığı halde- mevcut iktidar aygıtlarının yanında ve devlet başkanlarının elini eteğini öperken buluverir. 

Hem sonra sadece ben mi rahatsız oluyorum, niye “azla, minimumla” yaşamaktan sanatsal bir haz duymamız gerekiyor? Nasılsa daha çoğuna erişemediğimiz bu dünya düzeninde “aza” razı olmak, “azla” yetinmeyi öğrenmek, sadeleştirme dümeniyle, minimalist yaşam tarzı düzmecesiyle fakirliğe alkış tutmak bana göre değil. Hele günümüz Türkiye’sinde, azın en azında yaşamak zorunda bırakılan insanlara, minimalizmi sanat niyetine sunmanın altında art niyet ararken buluyorum kendimi. 

Minimalizm ile tasavvuf arasında analoji kuran “sanat ebelerine” ne demeli: Hırkayı ipekten giyinip, lokmayı altın tabaktan hüpletenlerin yanına sığınıp, et, süt, yumurta yiyemeyen, tiyatroya para bulamayan, fikir/düşünce özgürlüğü hiç yok bir topluma “minumum” satmanın adı sanat olamıyor; bolluk ve çokluk istiyoruz, nesnelerin şeyini tarihinden koparır mıyız o vakit düşüneceğiz. 


Doğan Alpaslan Demir sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Bir Fotoğraf Hikayesi: Minimalist Çiçek” üzerine 4 yorum

  1. Merhaba,Doğan Bey…Güzel ve anlaşılır bir makale olmuş.Zevkle okudum…SONUÇ bölümün de,nesnelerin şeyini derken…
    ne demek istediğinizi anlayamadım. Affınıza sığınarak,yazarsan sevinirim.
    Teşekkür ederim.

    Beğen

    1. Cevap giriş paragrafında saklı sanıyorum:
      “nesneleri tarihinden, kültürel ve çevresel bağıntılarından temizleyerek, duygu ve biçimsel özelliklerinden ayıklayarak”…

      Liked by 1 kişi

ertay96 için bir cevap yazın Cevabı iptal et