Öykü
Bir yanağı ağzındaki yapraklarla şişmiş, arkadaşlarıyla sohbet ede ede gat[1] çiğneyen, bir yıl daha dayanırsa sekiz yaşında olacak onu, kırk yaşındakine satabilecek kadar geniş bir çevreye sahip olan, evden bir boğaz eksildiyle sevinip, yürek güm güm ağızda, tabii ki tenhada, çok para görmemiş beyniyle 10.000 Suudi Riyalini tekrar tekrar sayarken önce motorsiklet! Aman da aman, ne hava atarımla şişinen, ana kız çıkar de mi bu akşam, parayı da geri alırlar mı ki alırlar, kızı da çöp gibi kapı önüne savururlar mı, savururlar, ele güne karşı rezil olmak da var mı var kaygılarıyla cebelleşirken para saymaya defalarca yeniden başlayan bir babası olsa, otelde düğün yaptım sana kıpraşma diyen 95 kiloluk adamın altında, bedeninin hiç görmediği çarşaflı, lavanta kokulu yumuşacık yatakta parçalanan iç organlarının kanamasıyla ölebilecekken, yürüyordu o. Bastığı yerden ses gelmez, ne de olsa anasız kuzu, başına ne gelse “me”lemez haliyle. Babası da yoktu, sadece ninesi.
O yürüyor. Bak! Tam karşında! Kendisine büyük terlikleri sürüye sürüye yürüyene bak! Üflesen uçacak, dokunsan devrilecek olana bak! Eti yok zaten bir karasarı deri, bir kemik; öyle kırılgan ki. Lütfettin, baktın ona diyelim bakışlarının şiddetinden ha ayrıldı ha ayrılacak kemiklerinden derisi. Nasıl da kısa saçları, bitlerin gezintisi kısa sürsün diye kısa. Yol kenarına sineklerle dolu, öğleden sonra güneşinde şişip, davul kesilmiş keçinin atıldığı mahallesindeki muhtemel tecavüzcülerin iştahını belki keser diye kısa. Tamamen başı boş bırakılmamış canım, kör makasla keçe saçlarını kesecek biri var dedirtecek kadar kısa. Kargalardan önce, kedilerden önce, kendisinden büyüklerden önce orada olmalı. Çabuk yürü! Yürüyemem, sıcaktan terliklerim asfalta yapışıyor, çok büyükler, pembe güzel de ben kırmızı isterdim; ablamındılar zaten.
Onlar öldüğünde, kalkıp onlarla beraber gitti bu ev. Ninesi “Kirayı nasıl ödeyeceğim şimdi ben?” haykırışıyla tepesine dikilince ne geri ne ileri, heykelleşmiş kalıverdi o. Avlunun ortasında birisinin açık bıraktığı çeşmeyi gördü görmesine ancak belleğine yontulmuş “suyu boşa akıtma” emri bile hareket ettiremedi onu. Ki yarınlarımızın teminatı, yaş iken eğilir ağaçlarla hep emir kipinde konuşulurdu bu evde.
Torununun hem öksüz hem yetim hem de ablasız kaldığı haberi, eşinden kalan, kırık sapı telle tutturulmuş gözlükle pirincin güvelerini ayıklarken ulaştı nineye. Diğer kiracılarla beraber paylaşılan, açık çeşmesi şırıl şırıl avluya tu sana, içine tükürdüğümün dünyası! dercesine öyle bir tükürük fırlattı ki takma dişleri olsa ağzından fırlayacak “ne olur birazcık pirinç” bekleyişli kargaları püskürtecekti. Kargalar, havada uçuşan hele güveli olunca daha bir afiyetli pirinçlere ye ye doyamadılar. Yerde ölüm haberinin şiddetinden hala tangur tungur sallanan metal kevgir, olur ya, bir gün bulunsa, o güne kadar kalsa, yüzyıllarca hep gül suyuyla ardını sildirenlerin, sanki sonsuza kadar zenginliği patentlemişlerin yaşamlarına, altına, paha biçilmez silahlara, mücevherlere, her bir köşesi rüzgâr estikçe kükreme sesi çıkaran bakır aslan heykelleriyle bezeli kalelere, yüksekliğiyle, haşmetiyle, şaşasıyla “eziksin, ezik kalacaksın sen” diyen, sen küçüldükçe daha da büyüyen, diz çökmeye, boyun eğmeye, el pençe divan durmaya zorlayan saraylara odaklanan arkeologların, araştırma nesnesi olabilecek miydi ki?
Şimdi tahtakurularının istilasına maruz sedirin dayandığı, sıvası dökük duvara kazık kadar çivilerle, ne kadar yüksek o kadar öncelikli sıralamasıyla asılıdır ilk kurtarılacakların hepsi. En yüksekte kitap! Bir zamanların annesinin işlediği bez torbadaki kitap, bütün başların üstünde, tek kitap. Gazete girerdi eve, çöplerden toplanıp tuvalette kullanılmak üzere itinayla kare kare kesilen. Kitabın hemen altındaki çerçeveli, bakana göre dede-baba, koca-oğul, kayınbaba-koca olarak değişen ataların sureti kurtarılmalıydı ikincil öncelikli. Kadınların fotoğrafı neden yoka misilleme, kömürle çöpten kadınlar çizmişlerdi ablasıyla en aşağıya, kurtarılacakların sonuncusu, küçük zar kanatlı kelebeklerin katili 7 numaralı gaz lambasının hemen altına. Fitilini azıcık karıştırdım diye sırtımda 38 numaralı plastik terlik izleri… Kırdın bak diye değil, elleme demedim mi az daha kıracaktın diye. Kaçıncı kez kurtarılacaktı o sırçadan mendebur? Taş üstünde taş bırakmadıkları köyden beri çatışmaların, bombaların olmadığı yerlere doğru bir evlenip bin kaçarken sakın ha kırmadan kim taşıyacaktı onu şimdi?
Oğul ruhu, ölünün sureti kalır diye aynası ters çevrilmiş, duvarda asılı fotoğrafının üstü yemeniyle örtülmüş, rahat rahat girip çıksın diye kapısı açık, karanlıkta kolay bulsun diye gaz lambası yanık eve uğramadı hiç. Can havliyle kendi ülkelerinde defalarca kon göç ettikleri, şehir çöpünün istiflendiği, martının, karganın, yediden yetmişelerin, kendilerinin, insanın eşelendiği tepelere yaslanmış, acı acı kokan, her kapı önünde en az 10 çift plastik terlik bulunan göz göz deliklere ev diyemezdi ki. Evim asla! Doğrudan köyüne yöneldi ruh, oraya, burada süprüntüye eş tutulmadım hiç dediği yere… Evime vardığında yakılmışlığına kederlenmek de ne demek, aksine evim evim güzel evim ferahlığıyla küller arasında minnacık bir taşın altında ha uyudu ha uyuyacak böceğe seyirtiverdi. Tam böceğin uykusuna ilişmişti ki böcek birdenbire eyvallahsız ruha karşı savunma amaçlı olarak bir tespih tanesine dönüşmez mi. Sığınmacı ruh, böceğin nemli, kül kokulu, tostoparlak koynundadır şimdi. Vasiyeti var mıdır diye sorsaydı biri, kaya parçası yerine olsaydı mermer şahidesi, gereksizlere saymayın, ıskartaya çıkartmayın beni yazar mıydı üstünde? Belki.
Ninesi her ne kadar yanlış zamanda, yanlış yerdeydiler dese de doğru zaman, doğru yer kalmış mıydı? Vahşiliğine bakmaya kıyamadığın Arap leoparları, haydi gidelim, eğlenelim hayvanat bahçesi neredeler şimdi? İçine tıktığın, insan eline bakmaya, insan eline kalmaya mahkum edilenler nerede? Kasıtsız veya önceden hesaplanıp kabul edilmiş tali zayiat ve hasar olarak hangi envanter defterinde kayıtlılar ki? 1 fil, 1 gergedan, 4 karınca yiyen, 5 ceylan ve saire; yaz yaz kolları yoruldu, parmakları uyuştu yakası beyaz savaş muhasebecilerinin. Nasıl vururlar onları? Mühendislik, teknik mesele, sen anlamazsın! Can taşıyanı fare deliğine girse bile bulur nokta atışı bombalar!
Ninesi gitmeyin demişmiş pazara, öldürülmek onların suçu oldu, hoppala! Sahipsiz, başsız, direksiz mi kaldın? Hep onun dediği yapılacak, hep o haklı çıkacak ya! Haklı mı çıktın! Al sana! Ben, bakkal amcanın papağanının telefon sesini olduk olmadık anda tekrarlamasına benzeyen ailenin en yaşlısıyımla, ne dersem o olacakla, dememiş miydimlerle dizlerini döven, Öleydim, öleydim, Allah öleydim, men öleydim, bir daha seni göreydim, men öleydim[2] çığrışlarıyla yaşlı üç tel saçını yolan nineyle kalan, ben. Al bana! Vah bana!
Öldü diye nefret ediyor babasından. Baba yok, elektrik yok. Yok mu baban, çizgi film de yok , “artık daha fazla göz yaşı yok” şarkılı göz yakmaz şampuan reklamı da yok. Nasıl da altına kaçırırdı mutluluktan, köpüklü saçlarıyla suyla oynayan, gözlerim yanmıyor bakın gülüşlü, ille de mavi gözlü, ille de sarışın, burnu hokka, dudakları kiraz, pembe beyaz çocuğu seyrederken. Fersiz ölü gözü şimdi televizyon, kara, tuvalet denilen yerdeki delik kadar. Elde bir sopa duvarlara vura vura gidilir bu evde oraya. Çişini bitireseye kadar avaz avaz bağırarak şarkı söyler o, deliğin ta dibinden çoluk çocuk toplanmış, parlak siyah gözleriyle meraklı meraklı yukarıya bakan kemeler kukusunu ısırmasınlar diye. Oysa onlar duyarlıdır sese, hele güzel, melodik sese, gitmezler, sanki haydi bir şarkı daha diye bekleşirler.
Geliyor o. Gelmesi bitmiyor, yol uzun. Çevre koruma önlemi, duvara yazılı Buraya işeyen eşektirden ibaret, çöp tepelerine nazır mahalleden, atılacak çöpü çok olanların dış duvarına kadar yol epey uzun. Hala yürüyor ama az kaldı. Yüksek duvarlar yetmez, üstüne dikenli tel, yine yetmez, dikenli telin üstüne haydi jiletlisi duvarının kenarından yürüyor. Duvarın ardında çok akıllı binalar, ana kucağı misali çok güvenli binalar. Dronlar uçuruluyor AA plus hayatlara sinek konmasın, aman! Duvarın ardında yediği önünde yemediği çöpte bir çocuk, ne ana ne baba, eski işgalcilerin dilinde Happy Birthday to you eşliğinde pastasının üstündeki yedi yıla puf dese uçacak olan o, sana doğru ilerliyor ama sana gelmiyor, yanından geçiyor. Doğruca caddedeki çöp konteynerine yürüyor. Kapıcının çöp atma sistemini heklemiş velet, en güzel, en taze çöpleri ne zaman getireceğini çok iyi biliyor. Gak demese de su, guk demese de et verilen, protein gürbüzü çocuğun pasta artıklarını yemeye, süslü kâğıt tabaklara yapışmış meze kırıntılarını yalamaya, pipetli meyve suyu, süt kutularının dibindekileri höpürdete höpürdete emmeye gidiyor. Dadanmış bir kere! Onlar organik yiyip içiyor, o da. Tam da yanında. Bayılacakmışım gibi hissediyorsun kendini, için bulanıyor kokusundan, at bi nane şekeri ağzına, yoksa yanında, tükür önüne, rahatla. Ah taktığın şeye bak, kireç tozu, kömür külü dökerler üstüne hizmetliler sonra. Site içinde medeniyet, bir adım dışarı çıktığımda sanki üstüme kilim silkiyorlar, bulaşık suyu döküyorlar. Kendi kapında, sınırlarına dayanmış yok dilencisi, yok kapkaççısı, kuyruğu kopmuş kedisi, çöp karıştırıcısı gibi fantastik şeylerle muhatap olmak. Gözü rahatsız ediyorlar, kokularıyla havayı zehirliyorlar, dış duvarda iz bırakmış vücut sıvılarıyla kimbilir hangi hastalıkları yayıyorlar, sanki beni bekleyen, bana sahip olduğum her şeyin sallantıda olabileceğini anımsatan bir tehlikeye işaret ediyorlar. Korkutuyorlar. Kirletiyorlar beni. Yirmi dört saat sulanan çim kokulu, yepisyeni, pırıl temiz daireme koşarak geri dönmek, filmlerdeki cerrah edasıyla tırnaklarımı fırçalamak, üstümde ne varsa çöpe atıp yıkanmak, temizlenmek… Ya biz de bir gün aynı duruma düşersek endişesi duymadan sarılmak istiyorum çocuklarıma. Çöpümden yaşıyorlar, benim çöp tepelerime sırtlarını verip uyuyorlar, toz olsunlar!
Bakma ona! Gözün gönlün kapansın istemiyorsan bakma. Mış gibi, miş gibi yap. Görüntü kirliliğini görmüyormuş gibi yap. Kara camlı güneş gözlüklerinin ardına saklan, başını çevir, Alimallah bi zıplar telefonumu kapar diye korkmuyorsan telefonla konuşuyorum, meşgulüm pozu takın. Bakarsan azar bunlar, zat-ı muhterem kişi onlara bakınca ben neymişim be abiyle şımarırlar. Bakarsan var edersin onu. O yokmuş gibi davran. Olmadı mı, o zaman, sen yokmuşsun gibi davran. Ayrıca o sırada yoldan geçen kimse yokmuşmuş nasıl olsa.
Kapıcı ağır plastik torbaları kapağı kayıp konteynere atıp arkasını döndükten sonra, hemen sonra, geldi o; işte tam burada zamanlama önemli, karıştırırken yakalanırsan kapıcıya, etrafa yaydın çöpleri diye yersin kıçına kıçına. Kediler yok daha, omuz atıp beni kenara iten, bana ganimetten bir gıdım bile vermeyen büyükler de yok, ne ala! Uf! Kargalar benden önce başlamışlar karıştırmaya.
Mobese kaydı 40 saniye. Çöp konteynerinin kenarlarına konmuş kargalardan dördü beşi ürküyorlar yaklaşan benden, hemencecik yandaki alçak duvara konup seyrediyorlar hareketlerimi, diğer ikisi tehlikeden saymıyor beni, sakin, gagalarındakileri parçalamakla meşguller. Caddeden bir araba gelip geçiyor çöp konteynerinin yan tarafına tırmanmaya çalışırken, çok yüksek. Kollarım cılız, kalkmıyor bedenim. Hiç de fena zıplamıyorum aslında. Daha alçak sanki, bir de ön taraftan denesem. Zıplayıp öndeki kenara sıkıca tutunup ellerimle çekiyorum kendimi yukarıya, olmuyor, zıpla bir kez daha, hayır olmadı, haydi üçüncü kez, kollarım titriyor, konteyner sallanıyor, ellerim kayıyor, konteynerle birlikte, çöplerle birlikte düşüyorum yere. Konteyner abanıyor üstüme, çöpler de. Çırpınıyorum, can çekişiyorum yok kimse, kargalar bile yok, belki bağırıyorum anne anne, mobesede ses kaydı yok.
Olay yerine gelen polis ekibi, çocuğun cansız bedenini konteynerin altından çıkardı. Bazıları öldü okur, bazıları oldu telef.
Görevliler geldiler, konteyneri tekrar devrilmesin diye kalın zincirle duvara sabitlediler. Zincirin hemen bu akşam kesilip çalınacağını bile bile.
2023 yılında, Yemen’in Aden şehrinde, açlıktan yiyecek ararken üstüne devrilen çöp konteynerinin altında kalıp ezilerek ölen çocuğa.
Dipnotlar
[1] Yemen otu adıyla da bilinen bağımlılık yapıcı özelliği olduğu kabul edilen bitki. Ağızda gat yapraklarının yavaş yavaş çiğnenmesiyle etki etmesi sağlanır. Yasal olarak gat çiğnemenin serbest olduğu ülkeler Yemen, Somali, Kenya ve Etiyopya’dır.
[2] “Dağlar duman oldu gel” adlı Kerkük türküsünden alıntılanmıştır. Türküyü Salih Turhan İbrahim Terzi’den derleyip notaya almıştır.
Doğan Alpaslan Demir sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
Niye gazze den gazzedeki ölümleri gormezden geliyorsunuz.Onlar arap ve müslüman diye mi.?
BeğenBeğen
Onlarla ilgili hikayelerde yazın.
BeğenBeğen