Onunla ne zaman ve nasıl tanıştığımızı bile pek hatırlamıyorum. Ama mutlaka internetten sonra, çünkü bütün iletişimimiz digital dünyada gerçekleşti. Gerçek adını bile unuturdum çoğu kez, adı Kazım, daha çok bilinen ikinci adı ve soyadı bende saklı. Aile içindeki adı Kazım Baba, bu adı ona kızı takmış, oysa onu yetiştiren üvey babasına hep baba demiş, biyolojik babasına ise Kazım Baba’yı yeterli görmüş. Dedim ya onu digital dünyada tanıdım, zaten hemen tümüyle o dünyada yaşıyordu. Kullandığı başka takma adlar da olmuş ama onları herkesten saklardı. Ben onu hep Alphan Durusoy olarak tanıdım. Çalışmaya hiç bir zaman ihtiyacı olmamış, aileden kalan ve sayısını kendisinin bile bildiğini sanmadığım ev ve dükkan kiraları ile yaşıyordu.
Aslında uzun yıllardır dünyadaki varlığı yaşamak değil, nefes almaktan ibaretti. Bütün hayatı büyük bir evin tek odasında geçiyordu. Hiç durmadan değişen erkek/kadın yardımcı elemanları vardı, ama üç aydan fazla dayanan olmazdı, olamazdı. Normal ücretlerinin iki katını verdiği elemanlar bile ona dayanamaz kaçarlardı. Sadece ev işçileri mi, zorunlu hallerde iletişim kurmak zorunda kaldığı hekimler, avukatlar vb meslek erbapları bile ondan yaka silkerdi. Bu yüzden basit bir hastalık yüzünden günlerce sürünür, eften püften hukuki sorunlarda bile yalnız kalır ve davayı kaybederdi. Gerçek dünyadaki geçimsizlik ve huysuzluğu onu varlık içinde yokluğa, kalabalık bir aile içinde yalnızlığa sürüklemişti.
Hep böyle miydi? Hayır veya en azından sanmıyorum. Çok iyi bir eğitim görmüştü, üç yabancı dili o dillerde küfür edebilecek, felsefi metinlerini okuyup tartışacak kadar iyi bilirdi. Hem sosyoloji hem de sinema eğitimi almış, sadece biri bile pek çok insanın rüyalarını süsleyecek üniversitelerde hem lisans hem de lisans üstü eğitim görmüştü. Olağanüstü bir hafızaya ve fotografik bir belleğe sahipti. Yıllar önce seyrettiği bir filmdeki en küçük ayrıntıları kusursuz bir biçimde anlatabilirdi. Oysa gündelik hayatında dağınık, savruk ve hayret edilecek derecede unutkandı. Kitaplar onun hayatıydı, kitaba yatırdığı para, ücretli çalışan pek çok insanın gelirinin üzerindeydi. Sadece almaz, doymak bilmez bir oburlukla okurdu. Çalıştığı, yoğunlaştığı bir alan yoktu; oradan oraya sıçrayarak kitapların içinde ve onların dünyasında yaşardı. Hiç bir zaman akıl erdiremediğim bir yeteneğe sahipti: Bilirsiniz, bazı kişiler ünlü sanatçıların seslerini başarıyla taklit ederler, ama çoğunun kendine özgü bir ses renkleri yoktur. Alphan Durusoy’un buna oldukça benzeyen bir yeteneği vardı, okuduğu, sevdiği, etkilendiği veya önemli bulduğu yazarların dilini, anlatım tarzını kusursuz biçimde kopya ederdi. Aynı anlatım ve dili kullanarak sanki o kişiye aitmiş gibi küçük yazılar yazardı. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yusuf Atılgan taklidi küçük yazıları beni hayrete düşürürdü. Aziz Nesin diliyle yazdığı bir öyküyü, eminim, okusa Aziz Nesin bile kendisinin sanırdı. Beni taklit ettiği bir yazısında “imla hatalarını da senin gibi yaptım” demişti. Kendi yazdığı öykü ve şiirler ise kendi deyimiyle “iyice kurumuş ve taş gibi olmuş keçiboynuzu” gibiydi. Bununla ilgili kendince bilgece ama daha çok kendini beğenmiş bir açıklaması vardı. “Ben Poseidon’un oğlu, deniz yaratıklarının çobanı ve tutkuların biçimini alan Proteus’ um derdi. Ama işin en kötüsü bütün bu birikimi dünya olaylarını, ülkemizdeki zalimliği, kapitalizmin acımasız kötücüllüğünü anlamaya/anlatmaya yetmezdi. İktidarın ve zalimlerin yanında değildi, ama karşısında nasıl durulur konusunda çocuk gibiydi.
Evet, hep böyle değildi. Uzun yıllar önce, geleceği parlak bir akademisyen ve yazar olacağına kesin gözüyle bakılırdı. Her şey, alkollü ve çok hızlı kullandığı bir aracın denetimini kaybedip başka bir araca çarpmasıyla değişti. İki araçtaki yedi kişiden sadece Alphan Durusoy ayakları üstünde dışarı çıkmış, alev alan iki araçtan, çarptığı aracın arka koltuğundaki iki çocuğu kurtarmak için alevlerin arasına dalmıştı. Kendisi ağır biçimde yanmış, kurtarmaya çalıştığı çocuklar da hayata tutunamamıştı. Sabah hastane odasında uyandığında altı kişinin ölümünden sorumlu ve yüzü tamamen yanmış, konuşma becerisini büyük oranda kaybetmiş bir adamdı. Hastane, cezaevi gitgellerinde tümüyle tükenmiş; Amerika’da geçirdiği estetik ameliyatlar ve yine Amerika’da gördüğü uzun ruhsal sağaltımlardan çok az yarar görmüştü. İzmir’e yerleşmiş ve tamamen inzivaya çekilmişti. Ne söylediği anlaşılmaz bir biçimde konuşuyor, yüzü ise ortaçağın cüzzamlılarını andırıyordu.
Yıllardır yazışırdık, ben onun kadar uzun uzadıya yazacak zaman ve motivasyon bulamazdım, ama uçsuz bucaksız birikimi, buna karşılık gündelik hayat konusunda giderek artan saflığı ilgimi çekerdi. Sonraları, kendi deyimiyle “insan kolleksiyonu” yapmaya başladı. Benim bildiğim kadarıyla gözüne kestirdiği 8-10 kişi vardı. Onlar hakkında bilgi toplamaya başladı. Medya, sosyal medya, o kişinin eski arkadaşları, eski sevgilileri, iş hayatı vb konusundaki bilgileri profesyonel bir detektif özeniyle topluyordu. Topladığı bilgilere bir hazine gözüyle bakıyor, incelediği kişilerin yakınlarına bile ulaşmaya çalışıyordu. Zaman zaman ücretli dedektiflik hizmeti de satın alıyordu. Giderek, sahip olduğu bilgilerle böbürlenmek ve bunlarla bir aidiyet kazanmak için, biriktirdiği insanların sosyal medyadaki arkadaşlarına da ulaşmaya, onları etkilemeye çalıştı. Oysa, bu girişimlerinin tümü, karanlık bir sokakta kadınlara pardösüsünün önünü açan teşhirciye duyulan tepkiye dönüşüyordu.
Yaptığı her iletişim girişimi çok sert tepkilerle karşılaşıyor ve ruh sağlığı daha da bozuluyordu. Öfkeli, kırgın ve aşağılık duygularıyla giderek kabarmış haldeydi. Yarattığı öykülerin içinde kaybolmuştu. En kötüsü ilk kez dokunduğu insanlara da uzun veya kısa şoklar yaşatıyor, onların ilişkilerini tam anlamıyla felç ediyor, hatta hayatlarını cehenneme çeviriyordu.
Hayatı, ruhsal tedavi için apar topar götürüldüğü ABD’de bir otel odasında son buldu. İlk intihar deneyimi değildi, ama bu kez başarılı olmuştu. Kendine yarattığı dünyanın kahramanlarıyla, onlara çizdiği kötülük kabuslarıyla ve en önemlisi son yıktığı insanların enkazıyla başa çıkamamıştı.
Niye mi yazdım Alphan Durusoy’u; pek çok yazar gibi arınmak, onun bana biçtiği kötücül dünyayı yıkamak için.