1972 yılı Dünya satranç tarihi için önemli bir tarihtir. SSCB vatandaşı Dünya Satranç Şampiyonu Boris Spassky ile ABD Şampiyonu Bobby Fischer İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te karşı karşıya geldi. Önemliydi çünkü soğuk savaş yıllarında Dünya Satranç Şampiyonluğu uzun yıllardır SSCB’nin elindeydi. Fischer 2-0 geriden başladığı oyunu, 12.5-8.5 skoruyla kazandı ve ABD’nin ilk ve tek Dünya şampiyonu sıfatıyla Sovyetler Birliği’nin bu alandaki hegemonyasına son verdi. Fischer- Spassky karşılaşmasının maçlarından biri beni ilk gençlik yıllarımda çok etkilemiştir. Beraberliğe doğru giden sıkıcı bir oyunda Fischer beklenmedik bir hamle yapmış, oyunu izleyen büyük ustalar arasında büyük bir şaşkınlık yaşanmıştı. Hamlenin yerel turnuvalarda bile yapılmayacak denli budalaca olduğu düşünülürken, ilerleyen hamlelerde Spassky oyunu terk etmek zorunda kalmıştı. Sizin anlayacağınız, kendi alanında çok usta bir oyuncu, siyaset veya bilim adamının yaptığı hamlelerin dahice mi, yoksa budalaca mı olduğunu anlamak her zaman kolay olmayabilir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP- MHP ittifakının çıkardığı çatı adayın, oldukça stratejik bir planın ürünü olduğu görülüyor. Seçimi kazanmaktan çok Başbakan Erdoğan’ın kaybetmesi üzerine kurulu bu planın ne ölçüde başarılı olacağını kestirmek ise hiç kolay değil. Yine de 2014 yerel seçim sonuçlarına bakarak ayakları yere basan bazı tahminlerde bulunmak olası. CHP, MHP, SP ve BBP’nin tam bir ittifak sağladığını varsaydığımız zaman, AKP oyları ittifakın oyları ile eşit hale geliyor. Bu aritmetiğe dahil edilmeyen tek parti HDP, 2014 yerel seçim sonuçlarına bakıldığında HDP ve BDP oyları toplamı % 6.1, yani anahtar parti… Seçimlerin birinci turunda HDP’nin kendi adayını göstereceğini varsaysak bile, ikinci turda AKP adayına destek vereceğini söylemek, öngörmek büyük bir hata olmaz. Şaşılacak bir tarafı yok, Abdullah Öcalan’ın tahliyesi, federatif yönetim, ana dilde eğitim hakkı vb. konularda tam bir anlaşma sağlanamasa bile AKP’yi CHP-MHP ittifakına tercih edeceklerini düşünüyorum. İttifakın tek umudu olabilir, HDP seçmeninin sandığa gitmekteki isteksizliği, sağlam bir umut sayılmaz, yarısı bile sandığa gitse AKP’ye yetiyor. Bu tabloya, çatı adayın kimliği nedeniyle CHP içinde oluşan küskünler ve “Burası Türkiye, bizden bir cacık olmaz” diyerek yazlıklarından ayrılmayacak tatilciler de eklendiğinde Başbakan Erdoğan’ın yeni balkon konuşmasına hazırız demektir. İkinci paragrafın özeti; çatı aday olarak Sn. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun belirlenmesinin sebebi AKP’nin önünü kesmek ise, hesap hatası var demektir, sağlaması tutmuyor…
Sosyal medyayı izliyorsanız, özellikle CHP tabanında Cumhurbaşkanı adayına ve adayın belirlenme şekline önemli itirazlar olduğunu biliyorsunuz demektir. Oysa kanımca, ilk itiraz noktası MHP, SP, BBP ittifakına umut bağlayan ideolojik “tutunuş” olmalıydı. MHP’nin Parti Programı herkese açık, açıp okuyabiliyorsunuz, “düşünce ve kanaat özgürlüğü” başlığı altındaki paragrafı aynen yazıyorum. “Partimiz; milli birlik ve bütünlüğü, kamu yararı ve genel ahlakı zedelememek kaydıyla, herkesin düşünce ve kanaat, düşünceyi ifade etme ve inandığı gibi yaşama hürriyetine sahip olduğuna inanmaktadır.” “Kaydıyla” diye koyulan şerh, MHP’yi merkez sağ parti olmaktan çıkarıp radikal sağ bir parti yapar, nokta. Yani CHP seçmeninin, partililerin sorgulaması gereken birincil öncelikli konu Sn. İhsanoğlu ve aday belirleme yöntemi değil bu ideolojik duruş olmalı diye düşünüyorum.
Osman Hamdi Bey, bizim Osman Hamdi, Kaplumbağa Terbiyecisi’nin ünlü ressamı. Resmi daha önce görmediyseniz tembellik etmeyin, iki dakikanızı bile almaz, resme alıcı gözle bakın diyemiyorum, değeri milyon dolarlarla ölçülüyor. Resmin 1906 ve 1907 yıllarına ait iki versiyonu bulunuyor, her ikisinde de ilk göze çarpan düşünceli duruşuyla yaşlı bir adam ve kaplumbağalar. Pek çok yorum yapılmış bu resme, Osman Hamdi Bey, resimlerine yapılan bu yorumları bilseydi kıkır kıkır gülüp, “Ne alakası var efendim” der miydi bilmiyorum, ama ben yorumlardan birini oldum olası çok beğenirim, konumuzu ilgilendirdiğinden burada yazacağım. Bu yoruma göre kaplumbağalar cahil, yobaz, eğitilmesi zor halkı temsil ederken, terbiyeci de halkı eğitmeye çalışan aydınları temsil ediyordu. Kaplumbağa terbiyecisinin bir elinde ney, sırtında ise dini müziklerde kullanılan nakkare bulunuyor. Yani aydınlar, kaplumbağalar gibi eğitilmesi olanaksız olan halkı, çalınması çok zor müzik aletleri yani sanatla eğitmeye çalışıyorlardı. Ancak müzik aletlerinden ney arkasında saklanmış, nakkare ise sırtında asılı, sizin anlayacağınız umutsuzluğa kapılmış olan aydınlar kaplumbağaları eğitmekten usanmışlar. 1839 yılında Gülhane Hattı-Hümayunu’nun ilanı sonrası Osmanlı aydınları yüzlerini büyük ölçüde batıya çevirmiştir. Akdeniz’e ve Boğazlar’a inmeye çalışan Rusya tehdidi de bu yönelmeyi hızlandırmıştır. Fransa, Almanya ve İngiltere arasında mekik dokuyan, ittifaklar arayan Osmanlı devlet adamları ve aydınlarının, 20. yüzyıla gelindiğinde halkı kaplumbağa olarak görmelerine ve onları eğitilmesi olanaksız bir cahiller yığını olarak etiketlemelerine şaşmamalı. Cumhuriyet tarihimiz boyunca, aydınların, toplumu eğitilmesi zorunlu bir koyun sürüsü gibi görmeyebilecekleri tek kurumsal proje olan Köy Enstitüleri, 1950’lerin içinde kaybolup gömülmüştür. Kendini “cahil halkın” karşısında kaplumbağa terbiyecisi gibi gören günümüz sol tandanslı aydını, 21. yüzyıla girerken, küresel bazda yükselen radikal İslam’ın, ülkemizdeki yerel yobazlık odakları ile entegre olarak gelişimi karşısında hazırlıksız yakalanmıştır. Kaldı ki aydınlar, 1980 darbesi ile içine ve kendi sorunlarına gömülmüş, atalet, alkol ve köşeye sıkışmışlık duyguları arasında bocalarken bilgi ve deneyimlerini aktarabileceği zemini de bulamamış veya görememiştir. Ülkemizin tüm aydınları bu süreçten geçti/geçiyor demiyorum elbette, ancak bu çerçeve içine sıkışan öğretmen, hekim, mühendis, akademisyen, gazeteci, hukukçu vb. meslek grupları, “cahil kaplumbağalara” güven vermemiştir. Nedir; kendi ülkesinin aydınına güvenemeyen “kaplumbağalar”, AKP’yi iktidara taşımıştır.
İç organlarınızın yerlerini biliyor veya onların varlıklarını hissediyor musunuz, sağlıklı ise hayır. Bir organımızdan bahsetmemizin veya onu hissetmemizin hemen hemen tek sebebi, onunla ilgili bir sorun yaşıyor olmamızdır. Tıp veya benzeri bir eğitim almadıysanız safra kesenizin yerini bilmezsiniz, ama bir safra taşı sorunu yaşıyorsanız hem yerini bilirsiniz hem de gündeminizin ilk sırasına yerleşiverir. Çatı adayı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sahneye çıkması ile birlikte yaptığı ilk açıklamalar laiklik ve Atatürkçülük üzerine olmuştur. Oysa ülkemizin yolsuzluk, düşünce özgürlüğü, “çözüm süreci”, baskıcı rejim gibi çok ağır sorunları var, çatı adayımızın önceliklerinin çoğumuzla aynı olmadığı anlaşılıyor. Herkesin kolayca kabul edebileceği gibi bu çapta bir seçimin tarafları farklı ideolojik argümanların temsilcisi olmalıdır. Şüphesiz İhsanoğlu’nu Başbakan Erdoğan’dan ayıran önemli fark ve meziyetleri var; uzlaşı kültürüne sahip olması, dini ayrıştırıcı bir dogma olarak ele almayışı, “tek adam” hırsından uzak durması, topluma ve çevresine karşı takındığı yumuşak ve nazik üslup küçümsenmemesi gereken farklar. Ancak bütün bunlar her ikisinin de aynı ideolojik hamur içinde yoğruldukları gerçeğini değiştirmiyor.
Günümüzde Dünya’nın cehennem çukuru diye tabir edilebilecek Ortadoğu, yüzlerce yıldır emperyalist güçlerin ağzını sulandırmıştır. Sebepleri üzerine çok yazıldı, ancak konunun çarpıcılığını çok güzel anlatan bir anekdotu da buraya sıkıştırma gereksinimi duyuyorum. Pek çoğumuz adını filmlerden öğrendik, Selahaddin Eyyubi, I. Haçlı Seferleri sonrası kurulan Kudüs Krallığı’nı yıkan, III. Haçlı Seferi ile “kutsal topraklara” gelen İngiltere kralı Aslan Yürekli Richard’ı 1192 yılında eli boş gönderen asker ve devlet adamı. Anekdotum 1917 yılına ait, Kudüs’e giren İngiliz Orduları Komutanı Orgeneral Edmund Henry Hynman Allenby Selahaddin Eyyubi’nin mezarına vurarak, “Selahaddin kalk biz yine geldik” demiştir. Emperyalizmin bu bölgeden vazgeçmeye niyetli olmadığı başka nasıl anlatılır.
Bugün yaşadığımız en büyük küresel siyasi tehdidin örgütlü, silahlı radikal İslam örgütleri olduğu konusunda pek çok kişinin benimle hemfikir olduğunu sanıyorum. Ülkemiz, “terbiyecilerine” güvenmeyen “kaplumbağaların” AKP çevresinde konsolide oldukları bir dönemde, AB sürecinden dışlanarak Ortadoğu cehennemine itilmiştir. CHP’nin Cumhurbaşkanlığı çatı aday tercihi, hepimizin bu gerçekle yüzleşmesine sebep oldu. Artık Avrupa ile bütünleşmeye çalışan ılımlı Müslüman ülke olmaktan çıkıp, Ortadoğu’nun kan, şiddet, terör bataklığına gömülmeye hazırlanan bir ülke olmaya savrulmuş durumdayız . CHP’nin aday tercihinin, “falanca aday olursa şuradan yüzde iki, buradan yüzde üç alırız” şeklindeki kasaba politikacısı kurnazlığı ile değil de, kaçamadığımız Ortadoğu cehennemine karşı sağlam bir pozisyon elde etmeye çalışan dahice bir hamle olduğuna inanmak istiyorum. Ancak bu uzaklıktan gördüğüm CHP, kendi iktidarından umudunu kesmiş, gündelik refleksler ve parti içi çatışmalarla yönetilen bir çözülmüşlük içindedir. Kaldı ki, Kürt sorunu, “Çözüm Süreci” vb. konularda da politika üretemeyen CHP, doğu ve güneydoğu bölgelerimizden hemen tümüyle silinmiştir. Her seçimde kerhen CHP’ye verilen oyların tek sebebi AKP karşıtlığı ve korkusudur. Oysa Cumhurbaşkanlığı gibi bir seçim, CHP’nin yolsuzlukla mücadele, taşeronlaşma, toprak reformu, yenilenebilir enerji kaynakları ve çevre gibi programlarını topluma anlatabilmesi için önemli bir fırsattır. Şu haliyle Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece RTE karşıtlığı üzerine çekilecektir ve AKP’nin böylesi bir seçim atmosferinde oldukça deneyimli ve başarılı olduğu gerçektir.
Eminim şimdi bana “Haklısınız, iyi güzel ama sandık başında ne yapacağız” diye soruyorsunuz. Bu konudaki seçeneklerin analizini bir başka yazıya bırakıyorum. Saygısızlık, edepsizlik, hakaret içermeyen her türden görüş ve eleştiriye açık olduğumu biliyorsunuzdur, aşağısı yorumlarınıza açık, beklerim…