KAYIP DEVE VE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ

Mutlaka bir siyasi görüşünüz ve bu siyasi görüşünüzü konumlandıran bir duruşunuz vardır, sağ veya sol gibi, “İkisinin arasındayım, ne sağcıyım ne solcu” diyorsanız bu yazı sizi pek sarmayabilir, benden söylemesi. Sizi bilmem ama benim siyasi duruşumun temelinde 11 yaşında okuduğum Yaşar Kemal’in Teneke adlı romanının önemli bir yeri vardır. Mutlaka okumuşsunuzdur; toprak ağalarının, köylülerin yaşam haklarını hiçe sayarak zenginleştikleri bir ilçeye atanan genç bir kaymakamın öyküsünü anlatır Teneke. İnsanların eşit haklara sahip olması, sosyal adalet, gelir dağılımındaki uçurum, zalim toprak ağaları, yoksulluk ve tüm bunların karşısına dikilen idealist genç kaymakam… Solcu olmak böyle bir şeydi; eşitliğe, bu dünyadaki sosyal adalete inanmak ve zalime karşı dik durabilmekti. Ortaokul yıllarımda bir sınıf arkadaşım vardı, kitaplar dışında ortak yanımız yoktu ama kitaplar yetiyordu arkadaşlığımıza. Okuduklarımız başkaydı, ben Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Kemal Tahir romanlarını birbiri peşi sıra devirirken o da Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek ve Peyami Sefa’nın eserlerini hatmediyordu. Benim insanların eşitliği konusundaki hayallerime, “Allah insanları eşit yaratmamıştır” diye karşı çıkar, tüm Müslümanları ve Türkleri birleştirerek Dünya’ya egemen olacak lider hayalleri kurar, geçmişteki Türk ve İslam Devletleri’nin ihtişam ve güçlerine özlem duyardı. Sağcı olmak böyle bir şeydi; eşitsizlik kader ve Tanrı buyruğu, Türk ve Müslüman olmak ise tek gerçek ve tek doğruydu.

Ünlü tarihçi Herodot’a göre metal parayı ilk olarak Lidyalılar basmış ve kullanmıştır. Bugün adına sikke dediğimiz eski paralar tarihe ışık tutmakta büyük rol oynuyor. Paraların üstüne işlenmiş hükümdar, bitki, hayvan, dini sembol, sanatsal motif,  anıt vb. öğelerin incelenmesi bir yana, paranın alaşımı, kazı sırasında bulunduğu katman, bulunduğu yerle basıldığı yerlerin karşılaştırılması gibi bilimsel çalışmaların tarihçilere yol gösterici olduğu bilinmektedir. Nedir; tarih boyunca para bastırmanın çok önemli simgesel bir anlamı da var, pek çok hükümdar kendi adını taşıyan para bastırdığı gibi bazıları paraya kendi resimlerini de işletmiş. Yani “hükümdarın adına para bastırmak”, güç ve iktidarın simgelerinden biri olmuş.  Taht, taç, asa, yüzük, kılıç, flama gibi başka semboller de iktidar ve gücün simgeleri arasında sayılır.  Osmanlı’nın 13 yıl süren Fetret Döneminde Yıldırım Beyazıt’ın oğulları Musa ve Süleyman Çelebi’nin kendi adlarına para bastırmış olmaları boşuna değildir. “Bütün bunlar geçmişte kaldı” diyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir, değişen sadece semboller. Tahtın ve tacın yerini alan iktidar işaretleri makam koltuğu, odası, arabası gibi sembollere dönüştü. Hükümdarın adına para bastırmanın yerini ise özellikle yerel yönetimlerde giderek daha çok gördüğümüz belediye başkanlarının resimleri aldı. Yakın bir zaman önce CHP Milletvekili Umut Oran, Düzce Belediyesi’nin 140 bin Lira borcuna rağmen 650 bin liralık makam aracı alınmasını TBMM gündemine taşıdı. Üzülerek söylemek zorundayım ki, iktidar ve gücünü göstermek için kullanılan makam alametleri ve kendi resimlerini fütursuzca kullanan tek parti AKP değil. Ama önce anlaşalım, sol ideolojinin iktidarla ilişkisinin ilk şartı, geleneksel baskıcı aygıtları ve onun tüm sembollerini dönüştürmektir. Yani sol iktidarın yöneticisinin ağzından  “ben” çıkmaz, yerini  “biz” alır, mütevazı makam aracında flama olmaz, kapısını kimse açmaz, çantasını ve şemsiyesini kimseler taşımaz. İktidarda olduğu belediyelerin yayın organlarında herkesin resmi olur, belediye başkanının resmi olmaz, olsa olsa bir köşe yazısı yazarsa, bir küçük fotoğrafı olur. Çarşıda, pazarda alışveriş yapar, iş dışında toplu taşım aracı veya kendi aracını kullanır. Yapılan sosyal etkinliklerin başlaması için onun gelmesi beklenmez. Gücünü göstermek için iş arkadaşlarına “sen” demeye kalkmaz, birlikte iktidara geldiği ekibin bir neferi ve öncüsüdür.  Geleneksel iktidar aygıtlarını kullanınca onun adı sol, solculuk veya sosyal demokratlık olmaz. İktidar hırsı bir dürtü sorunudur ve diğer tüm ilkel dürtüler gibi önemli olan bu dürtünün denetimidir, bu denetim herkesin altından kalkabileceği bir beceri değildir. Bu nedenle kendi güç ve iktidarlarını herkesin gözüne sokmaya çalışan ve bu konudaki dürtülerini denetleyemeyen belediye başkanlarının yaptıkları, belediye başkanını dizginleyemeyen o siyasi partinin eksi hanesine yazılır. Sol iktidarların böyle bir sorunu olmaz, olamaz çünkü böyle bir iktidar hırsını içinde barındırmaz, barındırmamalıdır.

1965 yılında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün, partinin ortanın solunda olduğunu açıklamasından beri CHP bir sol partidir veya bir sol parti olma iddiasındadır. Yazımızın girişinde konuştuk, neydi solcu olmak, eşitliğe, sosyal adalete inanmak, özgürlük ve barıştan yana olmak, güçlünün ve zalimin karşısında dik durabilmek değil miydi? Belediyenin her köşesini hatta belediye hizmet araçlarını güç sembolleri olan kendi resimleri ile donatmak, iktidar alameti lüks makam araçları satın almak, her cümleye “ben, ben, ben” diye başlayan bir üslup kullanmak, kendi yetkisindeki kadroları meclis üyesi ve partililerin hiç bir yerde dikiş tutturamamış yakınları ile doldurmak, çevre denetimi politikasını “esnafı ve iş adamlarını üzmeyelim” diye belirlemek, gününü Teneke romanının zalim toprak ağalarından farksız iş dünyasının güç sahipleri ile gün etmek, ne zaman ve nasıl bir solculuk olmuştur, biri bana anlatsın lütfen.

Çok yakında Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başında olacağız. Siyasi partilerin var olma sebebi seçim kazanmaktır, kazanmak için diğer adayları yerden yere vurmak yerine kendisinin ne yapacağını anlatmak ve göstermek zorundadırlar. Seçmen çocuklar gibidir, adayın işaret parmağına değil ayak izine bakar.  Bu nedenle söyledikleriniz ne denli “güzel bir gelecek” vaat ederse etsin göstereceğiniz ve gittiğiniz bir yol olmalıdır. Yolunuz yol değilse, ardınızdan sadece ayakkabısı sağlam olmayanlar gelir.

Seçimler ve adaylar üzerine konuşacağımız iki aya yakın bir süremiz var. Az zaman değil, partilerin kendilerini anlatmaları için büyük bir fırsat. AKP ve HDP liderlerinin ne anlatacağı konusunda aşağı yukarı bir fikrimiz var, çatı adayı Sayın İhsanoğlu’nun anlatacakları ve savunacaklarını ise merakla bekliyoruz. Bu bekleyiş arasında bu “çatı aday” konusunda bir komik öykücük yazdım, yazdım dediğime bakmayın, bir fıkranın orasını burasını evirip çevirip yeniden yazdım, yazınca da paylaşmamak olmaz.

Vaktin birinde bir adam ve çok sevdiği, yüz altın değerinde bir devesi varmış. Hikâye bu ya, bir gün devesini kaybetmiş, sormadık, dolaşmadık yer bırakmamış ama deveyi de bulamamış. Sonunda kendince bir adakta bulunmuş, “Devemi bulursam yemin olsun pazara çıkarıp bir altına satacağım” demiş. Olacak şey değil ama ertesi gün deve bulunmuş. Bizim adam sevinsin mi üzülsün mü bilememiş, devesinin sağ ve sağlıklı oluşundan mutlu ama yüz altın değerindeki devesini bir altına satacak, başlamış ağlamaya. Bir yandan sağa sola akıl danışıyormuş, kendisi de ortanın solunda dururmuş zaten. Önce sağındakiler akıl vermiş, “Sözünden, yemininden dönmek deveciliğin fıtratında var, deveyi çıkar pazara, kaybolup yeniden bulunduğu için değeri arttı dersin iki yüz altına satarsın”, demişler. “Olmaz” demiş içinden, “yakışmaz bana iki yüz altına satmak deveyi”. Solundakiler seslenmiş bu kez,  “başın öne eğilmesin, sözünü tut, bir altına sat deveyi” demişler. Hatta kendisi gibi ortanın solcusu biri, “pazara çıkarman gerekmez, hemen burada bir altına sat bana deveyi” demiş. Ağlaya ağlaya devesinin yanına gelmiş, bakmış devesinin yanında yabancı bir adam, alıcı gibi devesini yokluyor. “Sen de kimsin, neredensin, kimlerdensin” demiş. Yabancı adam “Amerikalıyım, seni de deveni de kurtaracağım, öyle bir yol öğreteceğim ki sana, deveyi bir altına pazara çıkaracaksın ama kimse almayacak, deven sende kalacak” demiş. “Niye yapıyorsun bunu, ne istiyorsun karşılığında” deyince, “Çok bir şey istediğim yok, bana deve lazım oldukça gelir alırım, işim bitince geri getiririm, deve yine senin olur” demiş.  Adam akılsızın teki değilmiş ama başka bir çare de bulamayınca peki demiş. Ertesi gün yabancının öğüdünü tutup pazara çıkarmış deveyi. Devenin boynunda bir çuval, çuvalın içinde de bir kedi varmış. Pazarda başlamış bağırmaya, “Bir altına satılık deve, yanındaki kedi 999 altın, hepsi bin altına satılık deve”.  Pazarda herkes başını sallayıp söylenmiş:  “Deve kelepir ama ah şu kedi olmasa”.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s