BU TARZ KİMİN?

Bu yazıyı yazmak için birkaç gündür tarz ve moda konulu bir yarışma programını izliyorum. İnternetten bulduğum eski bölümlerle başladım, altı bölüm izleyince bana bir haller oldu. İşim gereği oldukça yoksul bir mahallede bir cenaze evine gittim. İçerisi çok kalabalık, onlarca kişiye ait ayakkabılar kapı önünde. Gözlerim hızla kadın ayakkabılarını tarıyor, hayret, bir tane bile stiletto ayakkabı yok, gördüklerim hep lastik terlik veya düz, çirkin, uzun süredir giyilmekten rengini kaybetmiş, çamurlu gustosuz ayakkabılar. Bazı lastik terliklerin parmak dekoltesi fena görünmüyor ama ne bileyim şık değil. Bazı ayakkabı ve terlikler otomobil lastiğinden yapılmış gibi görünüyor, yanları yarık patlak, sanırım ayakkabılara dekolte yapmayı denemişler ama hiç tarz olmamış, hiç. Hele o kadınların giyimleri, yaptıkları kombinleri görseniz uykunuz kaçar; yıkanmaktan rengi soluk uzun etekler, mat renkli çiçek desenli üstlükler cenaze evine gitme konseptine hiç uymamış. Oysa başsağlığı konseptinin mutlaka “maskülen kuul” olması gerekiyor, ben olsam ayak bileğine doğru daralan basenleri geniş siyah pantolonla, bel hizasında siyah kadife bir ceketi kombin yapardım. Ah, başıma gelenlerin hepsi bu kadar değil, sosyal medyada bir arkadaşım evin çatısına çıkmış genç bir kadının videosunu paylaşmış. Kendini aşağı atıp intihar edecek, eh, hayat acımasız, olabilir, olabilir ama nedir o kıyafet, intihar etmek için dama çıkma konseptine kesinlikle uymamış. Aşağıda herkes telefonlarını açmış video çekiyor, şimdi “starling” olmayacaksın da ne zaman olacaksın. Üstüne tiftik tiftik olmuş eski kırmızı bir kazak geçirmiş, altında kirli bol bir kot pantolon. Tam merdiven temizliğine gitme konsepti yapmış, oysa janjanlı bir pantolon ve beyaz saten bir bluz giyse akacak kanla şık bir kombin olurdu. Bu böyle olmaz, eğitim şart!

18. Yüzyıl, Avrupa’da bir kent, büyük bir meydan hınca hınç dolu, meydanın ortasında yüksek ahşap bir platform kurulmuş, kalabalıktan ezilenler ve bayılanlar oluyor. Ön sıradakiler güneş doğmadan önce gelmişler, gösterinin bir an önce başlamasını bekliyorlar, geç gelenler gösteriyi arkalardan seyredecek olmanın öfkesiyle homurdanıyorlar. Kalabalığın uğultusu birden artıyor, vaveylalar meydanı inletiyor, atlı bir araba yaya ve atlı muhafızlar eşliğinde meydana giriyor. Arabanın üzerinde uzun beyaz bir elbise giydirilmiş ve sıkı sıkıya bağlı bir mahkûm, yüzü maskeli ve elinde akkor haline gelmiş bir kerpeten tutan bir cellat ve elindeki haçı mahkûma sallayarak dua eden bir din adamı görülüyor. Araba ağır ağır meydanın ortasındaki idam cezasının gerçekleştirileceği yüksek platforma doğru ilerliyor. Meydanı dolduran kalabalık insan güruhu arabayı yakından görebilmek için birbirini eziyor, yer yer küfürleşmeler ve itiş kakışlara karışan kavgalar oluyor meydanda. Çerçiler hallerinden memnun, günler öncesinden adi ahşap baskıyla çoğaltılmış tek yapraklık ve mahkûmun sözde itiraflarının ve canice cinayetlerinin hikâyesinin yazılı olduğu broşürleri satıyorlar toplanan insanlara. Hikâyelerin ve itirafların çoğu uydurma ama çerçilerden biri “ben kazandığım paraya bakarım arkadaş” diyor içinden. İdam sehpasına yaklaşırken kalabalık iyice coşuyor, kalabalığı daha da coşturmak isteyen cellat elindeki kızgın kerpetenle mahkûmun bedeninden kopardığı parçaları kalabalığa atıyor. Parçalardan birini kapabilmek hatta bir an için dokunabilmek için pek çok kişi ezilip yaralanıyor. Elinde tuttuğu kupayla en ön sıradaki bir adam kendini cellada göstermeye çalışıyor, bir gün önce sattığı koyunun parasını rüşvet olarak vermiş cellada. Tek istediği mahkûmdan yarım kupa kan, sara hastası oğluna içirecek, iyileşmesi için bütün umutlarını mahkûmun sıcak kanına bağlamış. İşkence çarkına bağlanan mahkûmun kırılan kemiklerinin sesi, seyircilerin çığlıklarına ve görevli din adamının “Ave Maria” duasına karışıyor şimdi…

Adını bile yeni duyduğum bir televizyon programı izlenme rekorları kırıyor, biliyorsunuz biliyorsunuz; moda, şov, giyim ve “tarz olmak” üzerine bir yarışma programı bu. Yarışmacı genç kadınlar “tarz oldukları” bir kıyafetle adına jüri denilen ve “tarz uzmanı” olan bir heyetin karşısına çıkıyorlar. Ama önce podyumda yürüyorlar, yürüyüşleri dört yaşında ve oyundan ayrılmamak için çişlerini tutan küçük kızların yürüyüşlerine benziyor. Jüri üyeleri tüm profesyonel ve uzman bilgi birikimleri ile yarışmacıları inceden inceye süzüyor ve başka bir yerde söylense hakaret davası açılması kaçınılmaz olan yorumlar yapıyorlar. En hafifleri “yaratıcı değil tembelsin, şımarmışsın, zevksizsin, guston yok, kolyenden nefret ettim”  şeklindeki hakaretlere yarışmacılar teşekkür ediyorlar. Lakabı tadella gibi bir şey olan bir jüri üyesi ile Afrodit lakaplı konuk jüri üyesi aralarında konuşuyor:

“1980’lerde Türkiye’de doğru dürüst kıyafet bulunmuyordu, hep Avrupa’ya gidip alıyorduk.”  

“Canım ya, o yüzden iki haftada bir Roma, Milano ya da Paris’te karşılaşıyorduk.”

Genç yarışmacı hanımların birbirleri ile olan sert ve can yakıcı tartışmaları jüri tarafından ayıplanıyor ama asla engellenmiyor. “Çarpık bacaklarını örtmek için elbiseni çekiştirip bacaklarını örtüyorsun ama çekiştirirken göğüs dekolteni açmaya çalışıyorsun”  gibi “zarif” eleştiriler yarışmanın ana eksenini oluşturuyor. Programların “rating” sıralamalarına bakıldığında AKP’nin aldığı oy oranının çok üstünde bir seyirci kitlesine sahip olduğu anlaşılıyor ama seyredenler ortada yok. Kime sorsanız programı izlemiyor, izlemiyor ama yarışmacı kızları ve onlara yapılan haksızlıkları herkes biliyor. Hatta sosyal medyada bu programın kaldırılması için bir sayfa da açılmış. Bu sayfaya yazan bir kişi şu sosyolojik analizde bulunuyor. “Ya ben TVde kesinlikle izlemiyorum sadece yaptıkları ahlaksızlara göz gezdiriyorum o da ÖÖ’ yü ezdiklerini görüp iyice onlardan tiskinmek için yok ÖÖ falancayı ağlatmış yok ÖÖ şunu yapmış onlar birinciliye ağlıyorlar ÖÖ üstünden pirim yapmak istiyorlar ya bu nasıl bir yarışma ben böyle insanları hayatım boyunca görmedim para pul şan şöhret için bu kadar insan alçalırmı”  Bu programın kaldırılmasını isteyen ve asla izlemeyen bir başka kişi de bu iddiaya cevap veriyor. “izlemediğin çok belli ÖÖ kadar oyuncu iki yüzlü mü var ya izlerken onu görünce kanalı kapatasım geliyo en iğrenç giyinen de o bide kendini jüri zannetmesi yok mu saçma sapan herşeye yorum yapıp konuşuyo”  Yarışmacılar için açılan sosyal medya hesaplarının takipçileri çığ gibi büyüyor. Yarışmadan elenen bir genç hanımın adına açılmış sahte hesaptan yazılmış “Huzur” sözcüğü neredeyse bin kişi tarafından beğeniliyor. Yarışmacı NB’nin yaptığı iddia edilen taze fasulye ve makarna yemeklerinin fotoğraflarına üç bin kişi hayran oluyor. Yarışmacıların fanlarının ellerinde nükleer silah olsa dünyanın sonu gelecek, birbirlerine olan nefretlerinin sonu yok. Bir sosyal medya kullanıcısı hayranı olduğu yarışmacıya“senin boş konuştuğunu düşünen insanlara beyin alsak nasıl olur acaba azcık mantık girer vücutlarına” diyor.  Yarışmacılardan birinden nefret edenlerin oluşturduğu sayfa 14.000 takipçiye ulaşırken, elenen bir yarışmacının fan sayfası 100.000 hayran sayısına ulaşıyor. Yarışma fanlarının siyasi yelpazeleri de çok geniş, gezi eylemlerinin en sıkı solcuları ile dört parmak sallayanlar yan yana.  Profilinde Che Guevara’nın resmi olan bir kişi hayranlığını şu kelimelerle anlatıyor: “Sana tahammül edemiyorlar, çünkü seni çekemiyorlar. Bu programı bu kadar konuşulur ve izlenir yapan sensin”

Biliyorum, yarışmayı anlatmak için yazdığım iki paragrafın arasında niye 18. yüzyıldan bir idam törenini anlattığımı anlamaya çalışıyorsunuz. Belki de anladınız ama benden duymak istiyorsunuz. Aslına ve tarihi belgelere uygun olarak canlandırdığım idam töreninin seyircileri ile bu tarz şov programlarının izleyicileri arasında önemli bir ilişki olduğunu iddia ediyorum. Bu ilişki ideolojik duruş, toplumsal biçimleniş ve mevcut düzene karşı olan temel refleksleri içeriyor. Yani aslında, kanlı idam töreninin seyircileri ile şu kimselerin izlemediği şov programlarının izleyicileri aynı kişiler. İdam töreni bittikten sonra mahkûmun korkudan altına kaçırıp kaçırmadığını, kemikleri kırılırken yüzünün aldığı şekli ve kanının nereye kadar fışkırdığını tartışanlarla, “tarz” yarışmacılarının üzerine konuşanlar tıpatıp aynı duygu durumuna sahipler. Unutmadan söylemeliyim, 18. yüzyılda aydınlanma çağının kapısını bu tür idam törenlerini izlemeyi reddedenler araladı, üstelik izleyenlere rağmen.

Bu yazı için aklıma ve fikrime ayırdığım sürenin sonuna geldim. Umarım ülkemizin içinde bulunduğu tarzın kime yakıştığını, kimlerle ve nasıl “kombin” olduğunu anlatmayı başarmışımdır. Programın izleyicilerine “aklınızın götürdüğü yere gidin” diyebilmeyi ve tümünden kurtulabilmeyi isterdim, ancak “bu tarzın” kuşa çevirdiği akılların bizleri karanlık bir tarza sürüklediği kaygısındayım, çünkü görünen odur ki, BU TARZ BİZİM.

Kaynak:
1- Ruff, Julius R., Erken Modern Avrupa’da Şiddet,  Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s