Uzun yıllardır bazı dönemler sık bazen de çok ender olarak üniversitelerde ders ve konferanslar veririm. Verdiğim bu ders ve konferansları bir “iş” değil hobi olarak gördüğüm için büyük keyif alıyorum. Dün, yani 17 Aralık günü E.Ü Hemşirelik Fakültesi’nde konusu sevimsiz, içeriği sıkıcı ama çok keyifli bir ders verdim. Neredeyse hepsi bıcır bıcır, gözleri ışıl ışıl 400 birinci sınıf hemşirelik öğrencisine kesintisiz 110 dakika konuştum. Topluma hizmet edeceklerinin altını çizdiğim anlarda nasıl büyük bir heyecan duyuyorlar, görmelisiniz. Oysa 30 yıllık tıp doktoru olarak (17-18 yılı sağlık yöneticisi) çok sayıda hemşire çalışma arkadaşım oldu. Biz ne yapıyoruz da bugün gördüğüm o ışıl ışıl, bilgiye ve hizmet vermeye aç gençleri mesleklerinin beşinci, onuncu, yirminci yıllarında tükenmiş, gözleri donuk, mesleğe ve hastalarına yabancılaşmış sıradan ve mutsuz sağlık çalışanlarına çevirmeyi başarıyoruz. “Toplumun içinde bulunduğu ekonomik, sosyal… falan da filan…” diyeceğinizi biliyorum, haksız da değilsiniz ama hepsi bu olamaz. Daha üniversite eğitiminden başlamak üzere onların hakkından gelmeyi, kendilerini tüketmiş bireyler haline getirmeyi başarıyoruz.
Kısa bir süre önce Yaşar Üniversitesi’nde bir “İnternet Kongresi”ne katıldım. Konuşmacıların pek çoğu üniversitelerin eğitim elemanlarından oluşuyordu. Dinleyici sayılarını yazmayacağım, bazı seminer ve panellerin izleyicileri sıranın kendisine gelmesini bekleyen diğer konuşmacılardan oluşuyordu. Katılımın azlığını görünce “yeteri kadar önce haberim olsaydı da SOSYAL MEDYA DİLİ üzerine bir sunum hazırlasaydım” diye hayıflanmaktan vaz geçtim. Çok üzülerek söylemek zorundayım, hepsi olmasa da bazı konuşmacıların sunum sırasında yüzlerini görmem olanaklı olmadı. Hazırladıkları metne başlarını gömmüşler, perdeye yansıtılan metni okuyorlar. Kongreye birlikte katıldığım doktoralı eğitim uzmanı eşimin kürsüye zıplamaması için onu zor tuttum.
Dostlar, bu böyle olmaz, olmamalı. Bugün ders verdiğim bu gencecik hemşire arkadaşlarımın büyük kısmının 5-10 yıl içinde tükeneceklerini ve hizmet verecekleri hastaları da hasta olduklarına bin pişman edeceklerini bilmek beni çok acıtıyor. (Diğer sağlık çalışanları da farklı durumda değiller, hekimler, ebeler, eczacılar, sağlık teknisyenleri….) Daha kısa bir süre önce sağlık yöneticisine “huzurlu çalışma ortamı istiyoruz” diyen genç hemşire, “huzuru evinizde arayın, burası işyeri, huzurevi değil “ diye tersleniyor. Hayatımızın her alanını sinsice sarmış alabildiğine nemrut ve başkalarının mutsuzluğundan beslenen sayıları giderek artan eğitimci, hekim, mühendis, hukukçu, yönetici, siyaset adamı vb. kişilerle ve zihniyetle nasıl baş edeceğimize dair etkin politika ve stratejiler geliştirmek zorundayız. Bu sorumluluğumuzun “ülkeyi nasıl kurtarmalıyız” sorusu kadar önemli olduğu kanaatindeyim, ne dersiniz.