“Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine! dir”
Meçhul Öğrenci Anıtı/ Ece Ayhan
Seçimler tamamlandı, oylar sayıldı, okullar kapandı, üniversite sınavları bitti bitiyor. Giderek sıkıcı ve monoton bir hal alan koalisyon tartışmaları kırmızı çizgiler, şartlar, şurtlar, olmazsa olmazlar, erken seçim hayhuyları arasında devam ediyor. Birkaç gün boyunca Google’ın en çok aranan kelimesi “koalisyon” oldu, şimdi ise “otel, pansiyon, Bodrum, tatil köyü, beş gün beş gece her şey dâhil” sözcükleri arama motorlarının gözdeleri. Az kaldı, çok yakında kumsalda çekilmiş “ayak selfie” leri sosyal medyanın başköşesine yerleşecek. Denize uzanmış ayakları çekiyor akıllı telefonlar, bir tık ile paylaşılıyor anında. Nedir; ayakların ardındaki denizin maviliği Suriye’nin kuzeyinde yaşanan insanlık dramını ve suskunluğumuzun utancını örtmeye yetmiyor.
Bir çift çıplak ayak takıldı gözüme, dört yaşında ya var ya yok bir kız çocuğu, dikenli tellerin kıyısında onu çeken kameraya bakıyor, kocaman siyah gözler, bakışlarında korku ve nefret… Onun ve ailesinin kullandığı sözcükler arasında “selfie, tatil, kumsal” yok, beş gün beş gece değil, her gün, her gece şiddet var yaşamlarında. Kız çocuğunun tabanları çatlamış, o yaşta nasır tutmuş ayaklarını bir leğen suya uzatmış ayak selfiesini hayal etmeye çalıştım, olmadı, olacak gibi değil…
Binlerce Suriyeli mülteci Şanlıurfa Akçakale sınır kapısında, her şiddet dalgası yeni bir kaçış dalgasına sebep oluyor. Suriye’nin kuzeyinde Kürt silahlı güçleri, yani YPG, Tel Abyad’da IŞİD ile savaşıyor. Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) küçük destek birlikleri ve Tel Abyad’ı havadan bombalayan “esas oğlan” ABD de bu şiddet sahnesinde yerini almış görünüyor. YPG Tel Abyad’da kontrolü ele geçirdi, bu savaşın bittiğini gösteriyor mu, maalesef HAYIR. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü bugüne kadar 1,8 milyon Suriyeli mültecinin Türkiye’ye sığındığını yazıyor. Lübnan 1,2 milyon, Ürdün 630 bin, Irak 250 bin, Mısır 134 bin ve medeniyetin beşiklerinden İngiltere 140, sadece 140 mülteciye ev sahipliği yapıyor.
1.8 milyon mülteci, sosyal ve geleneksel medyanın her gün manşetlerinde olmalıydı, peki, medya sayfalarında geziniyoruz, koalisyon tartışmalarını birinci sayfada, kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik cinayetleri üçüncü sayfada izliyoruz. “Tamam, şimdi sıra mültecilere yönelik haberlere geldi” diyerek çeviriyoruz/tıklıyoruz sayfaları:
“Pınar Altuğ’un yatı Türkbükü’ne demir attı”
Hay Allah, bu olmadı, belki bir sonraki sayfada bulabiliriz:
“Serenay bakın kiminle aşk yaşıyor. YOK ARTIK SERENAY”
Tam 178 yorum yapılmış Serenay’ın aşkına. Yorumlardan biri şu:
“Millet iman kurtarma derdinde bunlar hala aşk derdinde. LA İLAHE İLLAHLAH MUHAMMEDÜN RESÜLÜLLAH. RABBİM İMANDAN AYIRMASIN”
Bir hanımefendi bu yorumu beğenmiş ve kendi yorumunu yazmış altına:
“Amin”
ABD uçaklarının bir aydır Tel Abyad’ı bombaladığı, IŞİD’in sivilleri kalkan olarak kullandığı, binlerce sivilin Türkiye sınırına dayandığı haberlerine ulaşmak hayli müşkül de olsa sonunda YPG silahlı güçlerinin Tel Abyad’ı ele geçirdiğini öğreniyoruz. Altındaki yorumlar yine ürkütücü:
“Ak yobazlar Tel Abyad’da gebertildi.”
“Vurun öldürün oru.pu çocuklarını”
“Müslüman ve alevi ve bütün dünya düşmanı ışid bitecek. Yakın yada parçalayın, verin köpekler yesin leşlerini”
Sınır kapısına yığılmış, tel örgüleri, mayınlı arazileri aşmaya çalışan binlerce insanı resmeden bir fotoğrafın altına yazılmış şu satırlarla irkiliyoruz:
“ülkelerinde kalıp erkek gibi savaşacaklarına korkak gibi kaçıyorlar.işte türk milleti ile diğerleri arasındaki fark.biz 7 düvele karşı kazma kürekle savaşırken hiçbir ülkeye sığınmadık.ileride başımıza büyük işler açacaklar.iyilik yapılcaksa sınır dışında korunak yapılıp elden gelen yardım yapılabilirdi.ülke sınırları içersine çil yavrusu gibi salıp vatandaşlarımız rahatsız edilmezdi.yardım diye milletin kesesinden yardım yapılmaz.yapılcaksa halkın onayı beklenmeliydi.ne kadar o….u, hırsız, dilenci varsa ülkeye doldurdunuz be….”
Hani bir söz var, “dinime küfreden Müslüman olsa”, yukardaki satırları yazanlar ve beğenenler, Suriyeli mültecileri asgari ücretin çok altında ücretlerle sigortasız ve 12-13 saat en kötü şartlarda çalıştıran, genç kadınları 3-5 bin liraya eve kuma getiren insanlarla aynı zihniyete sahipler veya en azından aynı ahlaki kaynaklardan besleniyorlar.
Dikenli tellerin yanı başında kameraya öfke ve nefretle bakan dört yaşındaki çıplak ayaklı kız çocuğuna, bir leğen suyun yanına uzattığı ayaklarıyla selfie çekilmeliydi. “Utancın fotoğrafını çekebilir misin?” diye yazılmalıydı altına. O minicik bir kız çocuğu, o sadece bir çocuk, onu neler bekliyor gelecekte? Kariyerine bir büyük kentin ışıklı kavşaklarında duran arabalara dilencilik yaparak başlayacak kuşkusuz. On beşinde, hatta on ikisinde hırsızlıkla, uyuşturucuyla, fuhuşla tanışacak. Yirmili ve otuzlu yaşlarını cezaevi, satıldığı kadın tüccarları, uyuşturucu tacirleri, hırsızlık şebekeleri arasında geçirecek, bir köşede bıçaklanarak, uyuşturucudan veya cinsel yolla bulaşan hastalıklardan ölmezse… Çok azı doğru dürüst bir eğitim görebilecek, daha da azı bir meslek sahibi olacak. Her gün dayak yiyeceği bir evliliği bile kurtuluş sayacak.

Bilmek istiyorum, hangi siyasi partinin veya siyasal görüşün bu dört yaşındaki kız çocuğunu bekleyen karanlığı yenebilecek bir program sunduğunu öğrenmek istiyorum. Hangi gelecek hayalinin bu küçücük Suriyeli mülteci kız çocuğuyla, komşumuzun bale kursuna giden kızıyla aynı gelecek umutlarını paylaşabileceğini de bilmek istiyorum. Bu hayali gerçeğe dönüştürecek bir duruşu ve programı olmayan siyasal parti liderlerini dinlemekten bıkanların havaya kalkan ellerini görmek istiyorum, kaç kişiyiz, geleceğe inanan kaç kişiyiz bilmek istiyorum. Ya siz, ayaklarınızı değil, ellerinizi gösterebilir misiniz?