Hem fiyakalı hem de dolgun, gösterişli bir yazı yazmaya niyetli olsaydım sözlüğün tarihinden başlardım. Fransa’da mağara duvarlarına çizilen bazı resimlerin bir tür sözlük olabileceğinin tartışıldığını yazardım. Bilinen en eski sözlüğün 24 tablet üzerine yazılmış Sümerce- Akadca bir lügat olduğunu ve M.Ö 2300 yılında hazırlandığını yazmak ayrı bir ciddiyet kazandırırdı yazıya. Kaşgarlı Mahmud’u unutmamalı, Divanü Lugati’t-Türk’ün yazarı, 11. Yüzyıl’da yaşamış ilk sözlükçümüz. Hakkında çok az şey biliyoruz Kaşgarlı Mahmud’un, bildiklerimiz de kitabında kendini anlattığı bilgi kırıntıları. Nedir, kendini anlatırken, Türk topluluklarının yaşadığı bütün şehirleri ve bölgeleri dolaştığını yazmayı unutmamış. Evet evet, çok afili olurdu böyle bir giriş, olmadı, olduğu kadarı bu.
Sözlükle başladık, bir “sözlük” hikâyesi ile devam edelim. 30 küsur yıl önce, genç bir tıp doktorunun mesleğinin ilk günü, Anadolu’da bir köyün sağlık ocağında geçiyor öykümüz. Sanki benim başımdan geçmiş gibi yazalım, okuması kolay olsun…
“Köyün ilk doktoruydum, kapıyı çalan da ilk hastam; şalvarlı, yalapşap bir başörtüsü takmış, gençten bir kadın, otuzunda gösteriyor ama yirmi beş bile yokmuş yaşı. Şikâyetini soruyorum, “yargınım ağrıyor” diyor. “Eyvah” diyorum kendime, daha ilk hastam ve daha şimdiden şapa oturdum, bu “yargın” denen meret ne ola ki… Hiç değilse ilk hastam bildiğim yerden çıksaydı. “Yargın ne demek” diye sorsam bittim, doktor dediğin her şeyi bilecek, ne demek bilmiyorum, odamdan çıkar çıkmaz megafonla ilan edilmiş gibi yayılacak. “Yeni doktor “yargın” ne bilmiyor, hiç boşuna gitmeyin muayene olmaya.” Tıp fakültesinde “yargın” nedir öğrenmemişim ama Panait Israti okumuşluğum var, yeniden soruyorum. “Ağrıyan yerini elinle göster” diyorum. Sağ eliyle sırtını gösteriyor. Oh çekiyorum, bunu atlattık. Muayeneyi bitiriyorum, ilaç yazacağım. İyi ama emzirdiği çocuğu varsa falanca ilaç olmaz, hamileyse hiç olmaz, öğrenmek şart.
“Evli misin?”
“He ya, evliyim.”
“Çoluk çocuk var mı?”
“Ellerinden öper iki tane.”
“Emzirdiğin çocuk var mı?”
“Yok, küçüğü iki yıl sonra okula gidecek.”
“Hamilelik var mı?”
“Yok, üç gün önce kirlendim.”
Gel de buradan yak şimdi, “yok” deyişinden ve söylerken başını sallayışından anlıyorum hamile olmadığını, ama nedir bu kirlenmek, onu bilmiyorum. Akşamı iple, halatla urganla çekiyorum, evime gider gitmez TDK’nun tuğla gibi sözlüğüne bakıyorum.
Kirlenmek:
- Kirli duruma gelmek, pislenmek. 2. Kadının ırzına geçilmek, iffeti bozulmak, lekelenmek. 3. Kadın aybaşı olmak. 4. Onuru lekelenmek.
Sosyal medyada bağırış, çağırış eksik olmaz; bu kez kadın örgütleri, kadın hakları savunucuları, kendini solda ve feminist olarak konumlandıranlar teyakkuz halinde.
“Regl olan kadına kirli diyen diline eşekarısı osursun TDK”
“Hey TDK! Kirli, müsait, kahpe sen ve senin gibilerin zihniyetidir. Bok dolu bilgilerinizi kendinize saklayın!”
“TDK’nın sitesinde ‘kirli’ kelimesinin sözlük anlamında yer alan ‘Aybaşı durumunda kadın’ ifadesi tepki çekti.”
“Beyniniz kirli sizin cahiller beyniniz…”
“Kirli olan sizin tecavüzcü, kadın düşmanı zihniyetinizdir!”
TDK kirli dilini bedenimizden çek!”
“Cinsiyetçi, kadın düşmanı TDK’yı tanımıyoruz.”
“TDK kelimelerle getirdiği tanımlamalarla kadın düşmanlığına devam ediyor”
“Kirli pislik lağım sizin zihniyetiniz. Din tüccarları.”
“Beyinleri kirlenmiş bu aq larının…”
“bunlar tam gerizekalı. Kir dedikleri şeye bak.. Çocuk olması için yumurtaya ihtiyaç olduğunu biliyorlar mı acaba.”
“TDK daha önce kadınlara müsait goygoyu yapmıştı, şimdi regl olanlara kirli demiş, en sonunda bi tarafınıza sözlük sokmazsa bunlar şanslısınız.”
“Sülalenizi s.kt.ğ.m.n TDK cıları, sizin ananız bacınız yokmu or.spu çocukları.” (Sansür bana ait)
Bu yorumların tümünü sosyal medyadan derledim, çoğu kadınlara ve kadın örgütlerine ait. Daha yüzlerce “yaratıcı” mesajlarla TDK protesto edilmiş. Bildiğiniz gibi TDK ile yaşanan ilk çatışma değil bu. Buna benzer protesto mesajlarını “müsait” kelimesinin tanımında yaşamıştık.
“Kahpe ve müsait olan sizin sülalenizdir. Her kötü kelimeyi kadına yoran zihniyetinize sıçim”
“Müsait senin babandır.”
Sıkıcı olacak ama şimdi sözlüğü açıp “sözlük” tanımına bakmamız gerekiyor.
Sözlük: Bir dildeki kelimeleri esas alarak, onların temel anlamlarını, kazandıkları yan anlamlar ile başka kelimelerle kurdukları ifadelerdeki anlam inceliklerini, değişik kullanımlarını, deyimlerini gösteren ve o dilin bütün söz varlığını içine alan kitap. (TDK Gramer Terimleri Sözlüğü)
Özeti şu, sözlükler kullanılan dilin, sözlü kültürün yazılı bir kültüre çevrildiği, toplumsal ideolojiye ait şifrelerin belgelendiği metinlerdir. Yani leksikoloji uzmanlarının görevi, sözcüklerin toplumda kullanılış şeklini, yazılı kültürde kaydetmekten ibarettir. Bir toplumun kullandığı dil; onun geleneklerini, törelerini, alışkanlıklarını, iktidarla olan ilişkilerini, tabularını, sınıfsal çelişkilerini, toplumsal cinsiyet rollerini, vicdani/hukuki yargılarını, üretim araçları ile olan ilişkisini apaçık gözler önüne serer. Sözlükçüler bu ilişkinin tanığı ve yazıcısıdır. Kirlenmek kelimesi toplumda “aybaşı görmek” şeklinde kullanılıyorsa, ki kullanılıyor, bu kullanımın sözlükte yer almasından daha doğal bir sonuç olamaz.
Güce, dine ve sömürüye dayalı mülkiyet ilişkisi kadını, doğurganlığı, cinselliği tehdit olarak algılar. Kadının erkeğe olan aidiyeti aileyi, aile içindeki erkeğin gücü sömürgen devletin ideolojik aygıtlarını korur, onları yeniden biçimlendirir. Evlilik dışı ilişki yaşayan kadın “kirletilmiştir”, erkek spermi kirlidir, bu yüzden “hamamcı” olur, cinsel ilişki sonrası gusül abdesti alınır. Erkek dili kullanan iktidarlar için aile kurumunu ve erkeğin gücünü tehdit eden her türden eylem, o iktidarın kurduğu sömürü ve mülkiyet düzeninin temellerini sarsar.
Töreyle, dini yasaklarla, geleneklerle, eşitsiz cinsiyet rolleriyle kadını zapturapt almak zorundadır iktidarlar. Bunu yaparken en çok da bize güvenir, bize, halka güvenir. Sözlü kültürden beslenen, yazılı kültüre geçememiş, kendini kaplumbağa terbiyecisi gibi gören aydınlarına, erkek dili kullanan sivil toplum örgütlerine, bilgisizliğimize güvenir. Güce, nefrete, şiddete dayalı bir dil kullanan örgütler iktidarı ele geçirse bile yerine geçtiği iktidarı kopyalar.
Kritik bir eşiğe gelmiş bulunuyoruz. İçinde yaşadığımız kirlenmişlikten çıkmak için; iktidarı değiştirmeyi hedefleyen, bunu yapmak için kendini de değiştiren kişiler, kurumlar ve yeni bir dil yaratmak zorundayız. İşte o zaman sözlüklerimiz kadını yeniden tanımlayabilir.
KAYNAKLAR
1-Şükrü Haluk Akalın, TÜRK DİLİ Dil ve Edebiyat Dergisi, C. XCVIII, S. 699, Mart 2010, s. 268-279
2-tdk.gov.tr
3-Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, 2010.