LİSEDE İSYAN (Üçüncü Bölüm)

LİSEDE İSYAN başlıklı yazı dizisinin ilk iki bölümünü okuyanlar “devrim olmasına az kaldı” izlenimine kapılmış olabilirler. Acı gerçeği hemen açıklamamda yarar var, yarın/bugün okulların kapanmasıyla beraber liselilerin devrim ateşi sönecek. İlk iki yazımı okumayanlar bu son cümlelerimden liselilerin eylemlerini küçümsediğim, “tiye” aldığım anlamını çıkarabilirler, çıkarmasınlar. Nedir, ilk iki yazımda liseli eylemlerini ballandıra ballandıra anlattıktan sonra bütün bu sürecin muhasebesini yapmamak olamaz. İki haftalık bu süreci tartışmak ve yüzleşmek bu eylemleri küçültmez. Anlaştıysak buyurun, başlıyoruz.

Öncelikle şunun altını çizelim, İstanbul Erkek Lisesi’nin okul müdürüne ve karanlığa sırtını dönmesiyle başlayıp ve çok sayıda lisenin bildiriler yayınlamasıyla devam eden sürece katılan liseler, toplamın içinde çok küçük bir yer tutmaktadır. Lise sayısının azlığı bir yana bırakılacak olursa, bildiri yayınlayan liselerin sınırlı sayıda öğrencisi bu eylemliliğin içinde yer almıştır. “Düzeni değiştirmek için sayıya değil, örgütlü, nitelikli kadrolara ihtiyaç vardır” diyenler olabilir, evet belki, ama tek sorun sayısal azlıktan ibaret değil.

Birbiri ardına bildiri yayınlayan liselere bir göz gezdiriyoruz. İstanbul Erkek Lisesi ile başlıyor ve girilmesi/kazanılması gerçekten çok zor, pek çok gencimizin hayallerini süsleyen vakıf liseleri ve Anadolu liselerinin isimleri ile karşılaşıyoruz. “Falanca İmam Hatip Lisesi de var” demenin alemi yok, istisnalar elbette olacaktır. Kabul etmeliyiz ki bu liseler ülkemiz liselerinin öğrenci profillerinin ortalamasını temsil etmiyorlar. Peki, kim okuyor bu liselerde, kendimizi kandırmayalım, asgari ücret alan işçilerin, asgari ücretin bile altında kazanan köylülerin, esnafın, işsizlerin çocukları değil elbette. “Hepsi aynı sınava giriyor” demek sadece aldatmacadan ibarettir. Dershane, özel okul, özel öğretmen, iyi beslenme, evde ders çalışma koşulları, aile desteği vb. alanlarda aralarında uçurumlar olan çocukların aynı sınava giriyor olması çirkin bir komedyadır. Hepimiz bal gibi biliyoruz, bu köklü liselerde okuyanların ezici bir çoğunluğu beyaz yakalıların, yüksek gelir seviyesine sahip işadamlarının, öğretim üyelerinin vb. meslek sahiplerinin çocukları. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi büyük çoğunluğunun ebeveynleri iyi eğitim görmüş erkek ve kadınlar. Bu gençler de birer beyaz yakalı olmaları için yetiştiriliyorlar. Kapitalist sistemin acımasız dev şirketlerinin başına geçecek olanların hemen çoğu bu gençlerin arasından çıkacak. Bu liseler dışında, olup bitenleri  sessiz ve duyarsız izleyen liseli gençliği ise, üzülerek söylemek zorundayım; Hadise’nin bacakları, İphone telefon satın alabilmek, marka kıyafet giymek, sosyal medyada fenomen olmak arasına sıkışmış haldedir.  Özeti şu, sakın ola ki bu protesto eylemlerini ve eylemcilerini sınıf bilincinin farkında bir “proleter devrim” hareketi veya üniter devletin bekasını sağlayacak Mustafa Kemal’in askerleri olarak görmeyelim. Aksi halde şapa oturduğumuzun resmidir.

Suhte ayaklanmalarından bahsedildiğini duydunuz mu bilmem. Televizyonlardaki Muhteşem Yüzyıl gibi diziler sayesinde külliyen 16. Yüzyıl uzmanı olduk, ya da öyle sandık kendimizi. Oysa 16. Yüzyıl Anadolu’sunun en önemli olaylarından biridir ve özetle medrese öğrencilerinin isyanıdır suhte ayaklanmaları. Bildiğiniz lise öğrencisi. Sebeplerine ve olayların gelişimine girmeyeceğim, meraklısı için Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın dev eserini öneririm, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası isimli kitap bu konuyu ayrıntılı olarak ele alıyor. Niyetim suhte ayaklanmaları ile iki haftadır süren liseli isyanlarını aynı kefeye koymak değil, ayaklanan suhtelerin birçoğu bildiğiniz haydut. Ama bir ortak noktalarına dikkat çekmek isterim. İkisinde de “düzeni değiştirmek, iktidara gelmek” gibi bir amaç yoktur, her ikisinde de sosyolojik supapların yetmezliği söz konusudur.

Liseli isyanlarına konu olan bildirileri dikkatle okumakta büyük yarar var. Çünkü tümünde ortak pek çok özellik bulunuyor. Hemen hepsinde liselerin İslami kadrolar tarafından ele geçirilmesine ve bu kadrolaşmanın sonucu olarak öğrencilerin yaşam biçimleri üzerinde dini bir tahakküm kurulmasına karşı bir tepki bulunuyor. Çünkü liseler üzerine oynanan oyun, kapitalizme uyum sağlamış bir piyasa İslam’ını tanıtmak değil, açıkça siyasal, radikal bir İslami yaşam biçimini dayatmaktır. Gençler, çok haklı olarak, kendi yaşam ve eğitim düzeylerini çok aşağı çeken bu sürece tepki vermektedirler.

Liseli isyanları ile “Gezi” arasında ilişki kurulduğunu biliyor, izliyorum. Bazı ortak yanlar olmakla beraber zorlama bir iddiadır bu. Kaldı ki, kendisini iktidarın muhalifi olarak tanımlayan kişi ve örgütlerin birçoğu, bırakın ortak eylem yapmayı, aynı mekânda/alanda bile bir araya gelme şanslarını büyük ölçüde yitirmiştir. Üç yıl öncesinin “Gezi” bileşenlerine bir bakalım. Toplumun muhafazakârlaşmasına ve tek adam diktatörlüğüne karşı gelişen tüm tepkiler “Faşizme karşı omuz omuza” mottosu etrafında bir araya gelmişlerdi. Ancak bu üç yıl içinde toplumumuza ait kodlarda büyük değişiklikler oldu. “Gezi” eylemliliğini oluşturan bireyler, sivil toplum örgütleri, partiler ve siyasi oluşumlar, ülkemizdeki Kürt sorununun tanımı ve çözümü konusundaki görüşlerini keskinleştirdiler. Üstelik bu keskinlik kanla ve katliamlarla beslendi. Öyle ki, farklı görüşte olanlar, karşıtlarını vatan hainliği ile suçlayacak bir nefret dili geliştirdiler.  Bu nedenle, Doğu veya Kürt sorunu konusunda yapısal bir değişiklik yaratılmadan üç yıl öncesinin “Gezi ruhunun” canlandırılabilmesi kolay görünmüyor. Bu şartlar altında liselilerin eylemliliğinin yeni bir “Gezi” atmosferini tetiklemesi sadece bir hayalden ibaret olacaktır.

İki haftalık liseli isyanının son günlerinde sosyal medya sayfalarına düşen bir haber dikkat çekicidir. Türkiye Liseliler Birliği adıyla ve 365 lisenin ortak bildirisi olduğu iddiasıyla bir bildiri yayınlandı. Tek tek liselerin bildirilerinde “vatan”, “Atatürkçülük”, tüm liselileri örgütlemek gibi bir fikir yoktur. Her bir lise kendi yaşadıkları sorunu yaratıcı, zekice ve ince bir mizahla dile getirmiştir. Oysa bu bildiri tüm liseleri kendi çatıları altına toplamaya çalışıyor, yaratıcılıktan uzak, “vatan, millet, Sakarya” üzerine kurgulanıyordu.

“Bizler, bu kararlılığımızı Kurtuluş Savaşı’nda sıralardan cephelere koşan on beşlilerden, mezun vermeyen liselerimizin ruhundan alıyoruz. Yıllardır emek verdiğimiz okullarımız, yakında başlayacağımız üniversitelerimiz, milletimiz, ailemiz, uğruna mücadele ettiğimiz her şey, yaşadığımız toprakların, vatanımızın geleceğinde anlam kazanıyor.”

Artık şu gerçeği görmek zorundayız; zorlama bir örgütleme çabası, bir çatı altına toplama kaygısı, “bu fırsatı iyi kullanmalıyız” güdüsü, iki artı ikinin dört değil bir olmasına yol açıyor. Kendi adıma, görüşlerine görece yakın olduğum siyasal yapıların bile liseliler adına konuşma, onların heyecanını örgütleme amaçlarını tehlikeli ve yararsız buluyorum. Bu gençlerin ve onların ebeveynlerinin tek göze aldıkları risk disiplin kuruluna gitmek olabilir. Öğretmen sınıfa girdiğinde eyleme giden öğrencilerin bıraktığı gülümseten şu mesajı görmelidir.

“Direnişe Gittik

Hocam gelicez

Yok yazmayın”

13445525_1060218484073185_2185646209489658847_n

Gençlerden bundan daha fazlasını beklemek, onları korkak yapar, korku toplulukların karanlık yanını besler, büyütür.

Bütün bu yazdığım tablo, gençlerin iki hafta süren eylemlerini küçültmez. Onların yaratıcı ve “orantısız zekâ” ile bezenmiş eylemleri, muhafazakâr bir toplum olmaya, Ortadoğu bataklığına gömülmeye ve nefret diline karşı bir duruştur. Karanlığın karşısında aydınlanma çığlığıdır. Kanımca gençler bizlere bir yol haritası çizdiler, iki maddede özetleyebilirim.

Bir; velilerinden ve kendi okullarından mezun olan biz büyüklerin onları desteklemesini, güvenmesini istiyorlar. Aydınlık kafada öğretmenlerinden biri sürüldüğünde, onlara cinsiyetçi uygulamalar dayatıldığında, sosyal kültürel faaliyetleri engellendiğinde, dini motifli baskılarla karşılaştıklarında, bizlerin ortalığı dilekçe yağmuruna tutmamızı, kamuoyu oluşturmamızı, sosyal medyayı sallamamızı, okul yöneticileri karşısında dik durmamızı istiyorlar.

İki; proleter devrimci olup dağa çıkmaya da, 1915’in Çanakkale Savaşı’na gidip geri dönmeyen liseliler gibi vatan kurtarmaya da niyetli olmadıklarını, tüm siyasi kurumların kafasına dank ettirilmesini talep ediyorlar.

Haklılar mı?

Evet.

Onları destekleyecek, aydınlık için karanlığa sırtlarını döndüklerinde, açıkta kalan sırtlarına mukayyet olacak mıyız?

Elbette ki evet…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s