“Adı bilinmedik derde düşesin
Aşından akrep çıksın, görmeyip yutasın
Devedikeni aş ekmeği olsun
Dirhem dirhem yarılasın
Doğum gecesinde ebe gelmesin, akşamdan sabaha dara kalasın
Her nefeste döşünden sızı gelsin
İyi gıdalara perhiz tutasın
Suyu sana İblis versin”
Bedduanın ne olduğunu biliyorsunuz, kısaca kötü dilek anlamına geliyor. Çaresiz kalmış, haksızlığa uğramış, beklediğini bulamamış, zulme uğramış hemen her insanın dilinin zulasından çıkarıverdiği sözcük demetidir beddua. Dini bir anlam ve içerik taşıdığına da şüphe yok, adı üstünde, bed- dua, kötü dua yani. Nedir, din âlimleri pek de iyi gözle bakmıyor bedduaya. Örneğin Cüppeli Ahmet Hoca, beddua üzerine bir söyleşisinde Allah’ın hayır duaları kabul ettiğini ama bedduaları kabul etmediğini söylüyor. Ama pek de güvenmemek gerekiyormuş, saatine denk gelirse kabul olurmuş. Mesela yağmur yağarken veya ezan okurken edilen beddualar tutabilirmiş. En çok bedduayı da kadınlar edermiş, bu yüzden cehennemde ekseri kadınlar bulunuyormuş. Meşguliyeti “din âlimliği” olan zat-ı muhteremleri rahat bırakıp, Âşık Mazlumî’nin mani türünden bir bedduasını okuyalım beraber.
“Her sözün sahtedir her sözün yalan
Senden Mazlumî’ ye dert çile kalan
Üstünü yırtasın saçını yolan
Delilere katılasın ne diyem”
Dilimizden eksik etmesek de kullandığımız beddua kalıplarının sayısı üçü beşi geçmez. Bazılarımız “Allaha havale ediyorum” demekle iktifa ederken, ekserimiz lanet veya kahır okuyoruz. Nedir, günümüzde durum şudur; hakaret ve küfür bedduanın yerini almıştır.
Duyduğumuz mutsuzluğu, acıyı, haksızlığı dışa vurum şeklimiz, bizim nefret diliyle ilişkimizi şakkadak gözler önüne serer. Örneğin büyük öfke duyduğumuz bir kişiye “Piç, Ermeni tohumu, gebersin” dediğinizde hem ırkçı hem de cinsiyetçi bir nefret dili yayarsınız. Oysa kısadan “ölüsüne kefen bulunmasın” bedduası öfkemizi dışa vurmaya yeter. O halde, küfrü ağzından eksik etmeyenlere gelsin şu beddua.
“Lal olasın, dillerin söylemeye”
Her toplumun, daha çok beddua ettiği, sık kullanılan beddua külliyatının yeterli olmadığı dönemleri vardır. Böyle zamanlarda “benim beddua ile işim olmaz, haksızlığa zulme uğrayanlar düşünsün” diyenlerin hali pek fenadır, muhtemelen dünya sorunlarına tümden arkasını dönmüş, yuvarlanıp giden büyük kalabalığın bir ferdidir onlar. Nazım “akrep gibisin kardeşim” demiş ama Âşık İsmeti bedduasını esirgememiş.
“Her işin içinden çıkıyor hile
Muhtaç eylediler yabana ele
Memleketi yavaş yavaş bu hale
Getirenin iki gözü kör olsun
Bir bak elin aya giden kuşuna
Biz uyursak onun gider hoşuna
Kasamızdan para alıp boşuna
Oturanın iki gözü kör olsun”
Nedir, içinde yaşadığınız toplumun sorunlarına akıl yoranlardan biriyseniz, az olan beddua repertuvarınızın dibi çabuk görünür. Bu durumlarda televizyon dizileri ile memleket meseleleri arasında salınıp duran kişilerin yolu küfürden geçer. Oysa edebiyle, üslubuyla edilmiş beddualar teşbih ve zıtlıkları içinde taşır, dili zenginleştirir, ifadeye akıcı ve ahenkli bir hava katar. Hepsi bu kadar da değil, beddua anksiyeteye, karamsarlığa, çaresizlik hissine, gelecek kaygısına çok iyi gelir. Kökünden tedavi eder mi, o kadar uzun boylu değil, bir tür pansuman veya tıbbi dilden söyleyecek olursam, semptomatik bir tedavi sağlar. Hiç de küçümsenecek bir şey değildir bu tedavi. Toptaşı Tımarhanesi’nin kapısı açık kalmışa benzemiş bir memlekette, akıl sağlığının azıcık bile sağlam tutulması hayli maharet gerektirir.
Beddua dağarcığımızın tükendiği böyle zamanlar için eşsiz bir baş ucu kitabı öneriyorum. Doğan Kaya yazmış kitabı, halk dilimizin beddualarını büyük bir emekle, bilgiyle derlemiş. Kitapta Âşık Sefil Selimî’ye kulak verelim.
“Kötü kimse kurda kuşa yem olsun
Hatta o da azdır şeytandan bulsun
Kıyamete kadar azapta kalsın
Rahat nedir huzur nedir bilmesin
Katilin caninin hainin canı
Kupkuru kesilsin damarı kanı
Aş-ekmeği olsun devedikeni
Hayatından tat ve lezzet almasın”
Kitabın adı, Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Halk Şiirinde Beddualar. Maalesef kitapçılarda bulmak olanaklı olmuyor. Ama internet üzerinden (Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları) temin edebilirsiniz.
Nefret dilinden korunmak, şiddetin bir parçası olmamak kolay değildir. Her halükarda daha çok okumak; şiirin, müziğin, sanatın dilinden vazgeçmemek zorundayız. Âşık Halil Soyuer’in bir bedduası ile bu yazı biter, bizlerin dertleri bitmez.
“İçtiğin her yudum suyun içinde
Dermanı olmayan dert bulasıca
Yana yana gezip hergün çöllerde
Nasırlı ellerde kir olasıca
Göğsündeki yürek taştan da katı
Evinde, üstüne yıkılsın çatı
Zehrettin anamdan emdiğim sütü
Kumarcı elinde zar olasıca”
Kaynaklar
1- Doğan Kaya, Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Halk Şiirinde Beddualar, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2001.
2- Cübbeli Ahmet Hoca, Bedduanın Sakıncaları, Youtube videosu, 18 Haziran 2013.