Antropoloji adında bir sosyal bilim disiplininin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde en önemli etken, kölelerin niye köle olduklarını ve köle olmak zorunda olduklarını kanıtlama gayretidir. Aydınlanma Çağı ve Fransız İhtilali’nin insan odaklı argümanları, semavi dinlerin tüm insanların eşitliği ve kardeşliği iddiaları, 19. Yüzyıla gelindiğinde köle tüccarlarını zora sokmuştu. Birilerinin beyaz, sarı ve siyah adamları ölçüp biçmesi ve zencilerin beyaz adama ait insan ölçütlerinin dışında olduğunu ortaya çıkarması gerekiyordu. Nitekim ilk antropologlar, üniversitelerin kelli felli bilim adamları insanların kafatasını ölçüp biçtiler ve beyaz adamın akıllı, sarıların idare eder ve siyahların “köle olması gereken yaratıklar” olduğunu “bilimsel olarak kanıtladılar.” Üniversitelerin özerkliği konusu da tam olarak bu yüzden önemlidir. Ama ne denli çırpınsak, ağlaşsak üniversitelerin bilimsel araştırma için ayrılan fonları, küresel üretim ilişkilerinin sömürgen ağları tarafından yönetilmektedir. Örneğin kanser tedavisi için ayrılan fonların yarısını kanser aşısı için kullanabilmiş olsaydık bu ölümcül hastalığın kökünü kazıyalı çok olmuştu. Görünen odur ki, robotik teknolojilerin gelişimi konusunda da sistematik bir uyuşukluk söz konusudur. Neden?
Kullandığımız yüksek teknoloji ürünlerinin nasıl bir ideolojik süzgeçten geçerek elimize ulaştığını kavramak pek kolay olmayabilir. Geleceğin teknolojisi konusunda en çok kafa yormuş bilim kurgu yazarlarından Isaac Asimov, devasa başyapıtı Vakıf serisinde ışık hızıyla duvara toslamıştır. Binlerce yıl sonrasına ait geleceğin dünyasında, insanlar galaksi içinde yıldız gemilerine otostop yapar hale gelmişken, aynı gezegen içinde hantal “televizörler” ile iletişim sağlamaktadırlar. 20 bin yıl sonrasının tarih profesörü Pelorat’ın çıkacağı uzun uzay yolculuğu için yanına aldığı kitapların her biri kaset şeklindedir ve onları okumak için ayrıca bir okuyucuya ihtiyacı vardır. Hâlbuki şimdi bile 10 inçlik bir tablete 50- 100 bin kitap yüklemek mümkün olabiliyor. Buna karşılık Isaac Asimov’un robotlar için öngördüğü teknolojiye ulaşmamız için 40 fırın ekmek yememiz bile yeterli olacağa benzemiyor. O halde şu soruya cevap bulmamız gerekiyor. Isaac Asimov’un futuristik miyopisinin sebebi nedir? Öyle anlaşılıyor ki Asimov, teknolojik gelişimi belirleyen, insan toplumlarının ve bilimsel gelişmenin tercihlerini yöneten “görünmeyen eli” hesaba katmamıştır.
Robot deyince aklımıza sekiz kollu iş makinaları değil insan görünümlü, biyomekanik, üstün teknoloji ürünü bilgisayarlar geliyor. Beyin ameliyatı yapacak bir robot cerrahın yürümek için ayaklara ihtiyacı olmadığı gibi Brad Pit ya da Shakira’ya benzemesi gerekmiyor. İnsan benzeri robotların ev temizliği, ütü, bulaşık, çamaşır yıkama, yemek yapma, yatalak hasta ve çocuk bakma işlerini üstlenmesi yani mükemmel bir ev kadını gibi hizmet vermesi bekleniyor. Hele bir de konuşabilecek, dert dinleyecek, duyguları anlayacak, üstüne üstlük seks partnerliği yapacak olursa halk deyişiyle “bundan iyisi Şam’da kayısı” olacaktır. Japonya robotik teknoloji konusunda çok çalışıyor, gayretli ve azimlidir Japonlar. Nedir, bilgisayar, biyomekanik, sensör teknolojilerinin geldiği aşamaya rağmen evimize bir robot almaya çok uzakta görünüyoruz. Neden?
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu’nun Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu’nda konuşan Polonyalı Korwin-Mikke,”Elbette ki kadınlar erkeklerden daha az kazanmalı. Çünkü onlar, daha zayıf, daha küçük, daha az zeki ve daha az kazanmalı.” diyerek Avrupalı kadınları oldukça kızdırdı. Ancak kadınların öfkesi “Avrupa’da bile” bu benzeri cinsiyetçi görüşlerin yaygın olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
10 bin yıl önce, Tarım Devrimi ile yerleşik yaşama geçmeye başlayan Homo Sapiens, kadınla erkek arasındaki farkları erkeğin üstünlüğü şeklinde yorumlayan bir sosyal düzeneğe boyun eğmiştir. Oysa bal gibi biliyoruz, bazı işleyiş farkları olmakla beraber kadın ve erkeğin zekâları arasında üstünlük ilişkisi yoktur. Erkeğin fiziksel gücüne karşın kadın erkekten çok daha dayanıklıdır. Nasılı masılı yok, uzun süren fiziksel ve duygusal travmaya karşı kadınlar çok daha mukavimdir. Erkeğin altı ayda tepetaklak olacağı baskı ortamlarında kadın hayatta kalmayı başarabildiği gibi erkeklerin de ayakta kalmasını sağlar. Kriz ve çatışma çözme gerektiren koşullarda erkekler Büyük İskender’in Gordiyon düğümünü kılıçla çözdüğü gibi davranırken, kadınlar iletişim, dayanışma, stratejik davranma, gerekirse entrika çevirme dâhil her türlü yöntemi başarıyla uygulayabilirler. Nedir, Tarım Devrimi ile gelişen mülkiyet ilişkisi, Homo Sapiens’in eril bir kültürel, sosyal doku oluşturmasına sebep olmuştur. Bu iddialarımın Occam’ın Usturası’ndan çıkmış gibi göründüğünü düşünebilirsiniz. Eh, belki.
1950’li yıllarda başlayan bilgisayar teknolojisinin gelişimi, yaşamımızı kökten değiştiren mobil teknolojilerin ceplerimize kadar girmesini sağladı. 1987 yılında başına oturduğum 10 megabayt ana bellek taşıyan ilk bilgisayarımdan 30 yıl sonra, taşıdığım cep telefonu bulut programları sayesinde 100 bin kat daha fazla veri taşıyor. Eee, öyleyse niye hala robotumuz yok? Nasreddin Hoca’nın fıkrası gibiyiz; un, şeker, yağ var, niye helva yapıp yemiyoruz. Şimdi sıkı durun, 14. yüzyılın ünlü mantıkçısı Occam’ı mezarından zıplatacak bir iddiada bulunacağım. 10 bin yıl önce tarım devrimi ile toprağın, bitkilerin, hayvanların, denizlerin, dağların, nehirlerin, ülkelerin, binaların, yaptığımız araç ve makinaların mülkiyetine sahip olduk, sahip olduklarımızı elde tutabilmek için eril, hiyerarşik bir dünya düzenine sımsıkı sarıldık. Planetimizin bu düzenlenişinde kadının yeri ev, mutfak, tarla, erkeğin dizinin dibi, yatağı ve yazdığı şiirler oldu. Karar mekanizmaları üzerinde etkin bir kadın kültürünün gelişmesi asla söz konusu olmadı/olamazdı. Kadınların eril iktidar aygıtlarını kullanmak kaydıyla yönetimde yer edinip, söz sahibi olabileceği bir dünya kurmuştu Homo Sapiens. İşte tam bu noktada, robotik teknoloji, 10 bin yıllık eril uygarlığı açıkça tehdit etmektedir. “Kadınlık rolü” olarak tanımlanan tüm görevleri yapabilen insan benzeri robotların kolay ulaşılabilir, ucuz ve yaygın olmasıyla, 10 bin yıllık eril uygarlığın yıkılarak dişil karakterli bir Robotik Çağı’nın gelişmesi kaçınılmaz olacaktır. Homo Sapiens diyalektik bir yol ayrımındadır.
Erkek kültürüne dayalı dünya düzeni can çekişiyor. Savaşlar, gelişen silahlar, eşitsizlik, zalimlik, yoksulluk ve çevre kirliliğinin artışı bizi yolun sonuna getirmiş bulunuyor. Bütün bu olup bitenlere siyah elbiseli, siyah gözlüklü bir takım karanlık adamların karar verdiğini iddia ettiğim sanılmasın. Eril dünya düzeninin görünmeyen elleri ve ideolojik aygıtları robotik teknolojinin gelişimine engel olmaktadır. Homo Sapiens, dünyamızı bir nükleer savaşla yok etme noktasına getiren eril uygarlığın tutsağıdır. Bazılarınız, robotik çağın hibrit bir insan soyu yaratabileceği kaygısını ileri sürebilir. Mümkündür, böyle bir riskin olmadığını iddia edemem. Nedir, insan uygarlığının içinde bulunduğu karanlık tablo göz önüne alındığında bundan daha kötüsünün olamayacağı ve bunun göze alınabilir bir risk olduğu kanaati taşıyorum. Üstelik öyle umuyorum ki, gelişecek dişil kültüre dayalı robotik çağın kadınları Homo Hibritus sorununa bir çözüm bulacaktır.
Siz ne dersiniz?