Manisa vilâyetinin Kırkağaç ilçesine bağlı Gelenbe kasabasında 1847 yılında doğmuş bir büyük şairimizi tanıtacağım size. Doğduğunda adını Eşref koymuşlar, onurlu, şerefli manasında. İlk öğrenimini memleketindeki “Sıbyan mektebinde” okumuş, sonra Manisa Hatuniye Medresesinden mezun olmuş, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. 1870 yılında Manisa Tahrirat Kalemine girmiş daha sonra Turgutlu tahrirat katipliği, Akçahisar ve Alaşehir’de Mal Müdürlüğü yapmıştır. 1878 yılında girdiği sınavla “Kaymakamlık Ehliyetnamesi” almıştır. 1878- 1900 yılları arasında Fatsa, Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç, Daday, Gördes kaymakamlığı yapmıştır. Abdülhamid döneminde ve Gördes Kaymakamlığı yaptığı sıralarda bir “jurnal” üzerine İzmir’deki evi aranmış ve bulunan “evrakı muzırre” (zararlı yayın) nedeniyle tutuklanarak İstanbul’a götürülmüştür. Hükümet aleyhine “fesat kumkuması” kurmak için yazılmış “evrakı muzırre” nedeniyle bir yıl hapse mahkûm olmuştur.
“Besmele duymuş olan şeytane gibi
Kahrolursun höt dese bir ecnebi;
Padişahım öyle alçaksın ki sen
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi.”
Bir yıllık hapis cezasını on gün fazlasıyla yatan Eşref, Türkiye’de barınamayacağını anlayarak Mısır’a kaçmıştır. Paris, İsviçre ve Kıbrıs’ta bir süre ikamet ettikten sonra yeniden Mısır’a dönmüş ve Abdülhamid istibdadını yerden yere vuran Deccâl, İstimdâd, Hasbihâl, Şah ve Padişah, İran da Yangın Var isimli eserleri kaleme almıştır.
1908 yılında Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sonrası İstanbul’a dönmüş ve Turgutlu Kaymakamlığı ve Adana Vali Yardımcılığı yapmıştır. Ancak bu kez de vali yardımcılığı kadrosu lağvedilip mazuliyet (azledilme) aylığı bağlanmıştır. Bunun üzerine Kırkağaç ilçesine geri dönmüş ve 1912 yılında yakalandığı verem hastalığından ölmüştür. Mezar taşına kendi yazdığı şu dörtlük yazılmıştır.
“Kabrimi kimse ziyâret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billâh öz kardaşımı;
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o rütbe yıldı kim,
İstemem ben Fâtiha, tek çalmasınlar taşımı.”
Tek isteği mezar taşının çalınmaması olsa da 16 yıl sonra çalınmıştır mezar taşı.
Şair Eşref edebiyatımızın en önemli hicviye (yergi) şairlerinden biri kabul edilmektedir. Şiirlerinde iktidar sahiplerini, fakirlere zulmedenleri, halkı soyan eşrafı, rüşvet yiyen memurları, iktidar yağdanlıklarını, valileri, paşaları gülünç duruma düşürmüş, alay etmiş, bir “punduna getirip” küfür etmiş; bu nedenledir ki ömrü soruşturmalarla, sürgünlerle, hapislerle geçmiştir. Batı tarzı bir düşünce özgürlüğünü savunmuş ve cehaleti büyük bir tehdit olarak görmüştür. Köylünün cahilliğini fırsat olarak kullanan köy bakkallarını bile hicvetmeden edememiştir:
“Sen çalış bir sene harman kaldır
Hepsini elinden alsın bakkal
Ne reva kim sen uzaktan bak kal
Gel inad etme şu pendimi tut
Dediğim veçhile şu mahdumu okut
Okumazsa o da sonra naçar
Olacak bakkala bir hizmetkâr”
Eşref, medrese eğitimine karşı çıkmış ve batı tarzı bir eğitim modeli önermiştir.
“Şimdi birçok tekkeler tembel yatağıdır bütün,
Medrese sâkinleri asker kaçağıdır bütün”
Şair Eşref’in yergilerinden hekimler de kurtulamamıştır:
“Gitse bir hastaya Doktor Şakir
Kurtulur ani, o saatte alil.
Çıkmadan doktor efendi kapıdan
Bacadan çünkü girer Azrail!”
En ağır yergilerini ise hükümet yöneticilerine, valilere, paşalara yöneltmiştir:
“Her biri kendince zulüm etmekte
İnsan bir memur görünce eşkıya sanıyor…
Ey zavallı, bos yere yakınma, bağırıp çağırma;
Çünkü ezilenlerin ahını işiten hükümet bunu musiki sanıyor!”
Şair Eşref Tanzimat dönemi şairlerinin pek çoğu gibi nazım biçimi, ölçek ve dil bakımından Divan şiirinin geleneklerine bağlı kalmıştır, nedir, şiir konusu olarak divan şiirinden tümüyle ayrılmıştır. Şiirlerini aruz ölçüsü kullanırken bile halk diliyle yazmış; “şaşırdı kaldı”, “sürsünler çıkarsınlar”, “utanmak yok mudur yahu”, “be vicdansız!”, Rabbim akıllar versin”, “ocak söndürmek”, “tüy dikmek”, “küpü doldurmak”, “karnı yemine tok”, “zorla güzellik” türünden halk deyişlerini sıkça kullanmıştır. Divan edebiyatında hiciv türü daha çok sevilmeyen bir kişiyi küçük düşürme amacıyla kullanılırken, Eşref’in yergileri kişisel garaza değil, toplumun yaralarını ortaya çıkarmaya yönelmiştir. Kişilere yönelik hicivleri de bu amaca hizmet eder:
“Hele ol nâzır-ı Bahriyye Haşan Paşanın
Devlet ü millet için varlığı tûfan gibidir.”
Şair Eşref’in dili serttir, galiz küfürleri bile bayağılaşmadan şiire yedirmeyi başarmıştır. Bir softanın kendisine sorduğu “insanın yaratıldığı çamurun içinde saman olup olmadığı” sorusuna şu dörtlükle cevap verir.
“Ey bana tıynet-i ademin çamurunda saman var mı diyen
Gel bir daha etme bu sual-i hamı
Çamurunda saman olsaydı eğer ebül beşerin
Çatlayıp ta yarık olmazdı ananın .mı.”
Şair Eşref’in tam yerine oturan; haksızlığa, adaletsizliğe, zalimliğe, yobazlığa yönelik hicivlerini okudukça insan kendine sormadan edemiyor. Şair Eşref günümüzde yaşasaydı başına neler gelirdi?
KAYNAKLAR
1- Cevdet Kudret, EŞREF Hicviyeler, Bilgi Yayınları 1953
2- Eşref, Deccal, 30 Teşrinsâni 1320. Yazı çevrimi: M.Gürhan BAŞARAN
3- Nevin Koçoğlu, Şair Eşref/Küfürlerin Efendisi, gaziantephaberler.com, 4 Şubat 2012.
4- Alpay Kabacalı, Çeşitli Yönleriyle Şair Eşref, Özgür Yayın Dağıtım, 1988.
5- Taner Yılmaz, Milliyet Blog, 24 Mayıs 2008.
6- Zeki Arıkan, “İzmir’de İlk Kooperatifleşme Çabaları”, Tarih İncelemeleri Dergisi, IV (1989),31-42
7- Hilmi Yücebaş, Şair Eşref Bütün Şiirleri ve 80 Yıllık Hatıraları, Dilek Yayınevi, 1978.