Güney Amerika’nın en güçlü kalemlerinden biri olan Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı kitabının akademik tarihçilik anlamında bir iddiası olmasa da Latin Amerika ülkelerinin geçmişi hakkında nefis bir dille çok değerli bilgiler sunar. Nedir, Eduarda Galeano’nun bu kitabının yanı sıra Latin Amerika tarihi üzerine yazılmış akademik makale, araştırma, tez ve kitapları da okuyan bir kişi için (mesela ben) Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı okumak sayfalar ilerledikçe sıkıntıya dönüşür. Latin Amerika tarihi hakkında 300 kusur sayfa kitap yazıp da Simon Bolivar’ı sadece üç yerde ve cümle arasında geçiştirivermek için benim anlayamayacağım bir “dehaya” sahip olmak gerekir. Güney Amerika’nın altı ülkesinin[i]kurucu başkanı ve/veya kurtarıcısı sayılan, dünyanın birçok kentinde heykelleri bulunan[ii]ve Libertador[iii]unvanı taşıyan Simon Bolivar’ın adını anmadan Güney Amerika tarihi üzerinde değil kitap yazmak, bir kahve muhabbetinde iki lakırdı etmek bile cahil veya deli cesareti gerektirir. Oysa Galeano ne cahildir ne de deli! Eduardo Galeano’nun Simon Bolivar’ı yazmaktaki açmazı, günümüz Latin Amerika’sının birçok ülke siyasetindeki kıskacın fotoğrafıdır[iv].
Simon’un doğumu
2019 Venezuela’sının başkenti Caracas’ın çevresini saran ve dik yamaçlara yapılmış derme çatma gecekondularında yaşayan insanların en büyük korkularından biri yağmur mevsimindeki su baskınlarıyla evlerinin suların önüne kapılıp gitmesidir[v]. Simon Bolivar tam da böyle bir yağmur mevsiminde dünyaya gelmiştir ama onun ve ailesinin ne su taşkınlarından ne de Nuh tufanından korkuları olamazdı. 24 Temmuz 1783 tarihinde görkemli bir malikanede dünyaya gelmişti bebek Simon. Babasını üç, annesini dokuz yaşında kaybeder Simon Bolivar. Dayısının himayesinde ve sütanneliğini de yapmış olan siyahi köle bir kadının bakımında büyür. Muazzam bir mirasın varisi olan Simon, ahlaki yoksunluğuyla bilinen dayısının yanından üvey ablalarının yanına kaçması uzun sürmez. Sürekli hasta olan annesi ve köle bakıcı annesinden iyi bir eğitim almamıştır. 10 yaşında gitmeye başladığı okulda öğretmenlere komik ücretler verilmekte, öğrenciler canları ne zaman isterse okula gitmektedir. Genç Bolivar şanslıdır, karşısına idealist denebilecek bir öğretmen çıkmış, özel ders almaya başlamıştır. Öğretmeninin 5 yıl içinde Simon’a aktarabildiği bilginin sınırlılığı ve yetersizliği, kazandırdığı kitap okuma alışkanlığıyla kapanmış olmalıdır. Aldığı yetersiz eğitimin farkında olan Bolivar, hayatı boyunca gittiği her yere sandıklar dolusu kitapla gitmiştir. Kaldı ki aldığı kısıtlı eğitimle, gelecekte yazacağı emirler, mektuplar, kararnameler, anayasa metinleri arasında büyük bir uçurum vardır, Bolivar’ın bu uçurumu çok okuyarak kapattığını söylemek hatalı olmaz.
KREOL
16. yüzyıl başlarında Pizarro’nun İnka imparatorluğuna ait toprakları İspanya kralı adına ele geçirdiğini ilan etttiği tarihten, 18. yüzyıl sonlarında Simon Bolivar’ın Caracas’ta dünyaya gelmesi arasındaki 250 yılı aşkın süre Latin Amerika tarihi açısından kritik bir dönemdir. El koydukları uçsuz bucaksız topraklara el koyan İspanyol konkistadorları, egemenliği altına aldıkları toprakların yöneticisi oldular. Kimi “vali” gibi sivil yetkilerle yetinirken kimileri de soyluluk unvanları biçtiler kendilerine. Nedir, geldikleri makamlara kılıç gücüyle gelen konkistadorlar sadece yerel direnişçilerle değil, silah arkadaşlarıyla da çarpışmak zorunda kaldılar[vi]ve birbirlerini biçmekten çekinmediler. İspanyol monarşisine bağlı, yeni kıtaya sonradan gelmiş maceraperest ve züğürt soylular da boş durmuyordu; iyi bildikleri ayak oyunları ve saray eğitiminin temeli olan entrikalarla konkistador kökenli yöneticilerin görevden alınıp yerlerine geçmeyi başarıyorlardı[vii]. Sonuç olarak, ilk Güney Amerikalı yöneticiler İspanya’da doğmuşlar, vatanları olarak İspanya’yı görmüş ve İspanyol monarşisine sıkı sıkıya bağlı kişilerdi. Güney Amerika onlar için çileli bir görev süresi sonunda büyük zenginliklere kavuşacakları bir istasyondu. Ancak aradan yıllar geçtikçe tablo değişmeye başladı; ilk İspanyol kolonizatörlerin çocukları, torunları, onların çocuk ve torunları Güney Amerika’da doğmuştu. Soyluluk unvanları taşıyan, geniş topraklara sahip bu kişiler Latin Amerika ülkelerinde “kreol” adı verilen bir zümre/tabaka/sınıf oluşturmaya başladı. Oluşan bu yeni zümrenin İspanyol tahtına, kültürüne olan bağlılıkları her kuşakta daha da zayıflıyordu. İspanyol monarşisi bu tehlikeyi görmekte gecikmedi; Güney Amerika’ya geçici sürelerle atanan, İspanyol tahtına bağlılığı kuşku götürmez yöneticiler görevlendirmeye başlandı. Ama zarlar atılmıştı artık, 19. yüzyıl başlarında İspanya giderek zayıflıyordu[viii], sömürgeleri yönetebilmek bir yana, İspanyol monarşisi kendi varlığını bile sürdüremez durumdaydı. 1789 yılında gerçekleştirdiği ihtilalle dünyayı sarsan Fransa, 19. yüzyıl başında Avrupa’nın ve İspanyol sömürgelerinin tarihini değiştirecek bir oyun kurucuyu, Napolyon Bonapart’ı tarih sahnesine sürecekti.

Madrid 1799
19 Ocak 1799 tarihinde Simon Bolivar Il- defono adlı bir gemiyle İspanya’ya gitmek üzere yola çıkar. Bourbon hanedanlığının Madrid’ine varan Bolivar 15 yaşındadır. Geniş caddeler, meydanlar, anıtlar, sarayların gösterişliliğindeki Madrid ekonomik, sosyal, ahlaki ve kültürel değerler açısından tam bir “dibe vuruş” dönemi yaşamaktadır. O dönemin İspanya’sını bize en iyi “anlatan” kişi dönemin saray ressamı olarak çalışan Francisco Goya’dır. Geleceğin “Libertador’u” olacak Simon Bolivar, o dönemin Madrid’ini Goya’nın gözleriyle görebilmiş veya Goya ile tanışmış mıdır, bilmiyoruz! Kanımca, genç Bolivar’ın kendini içinde bulduğu Madrid “cehennemini” Goya’nın eserlerini görmeden, anlamak/anlatmak olanaklı olmayabilir; görelim o zaman…
Francisco Goya
1746 doğumlu olan Goya’nın uzun yıllar süren saray ressamlığı, yaşadığı dönemin çöküşünü çok açık görmesini sağlayan bir vesile olmuştur. Görevi gereği yaptığı saray soylularının portreleri yanında, her biri bir belge niteliğindeki eserleriyle yaşadığı çağın savaş, kültürel çöküntü, şiddet ve nefret dilini başarıyla aktarmıştır Goya. Ünlü Rus şair Andrey Voznesenski, bir şiirini Goya için yazmıştır:
“Ben Goya’yım!
Çorak bir tarlaya kuzgunlar gibi
süzülen düşman
yuvalarından oydu gözlerimi.
Ben acıyım!
Ben iniltisiyim savaşın.”
Goya 1796- 1798 yılları arasında yaptığı Kapriçyolar[ix]adını verdiği resim serisi ile dönemin batıl inançlarını, cahilliğin şiddete dönüşümünü, yöneticilerin akılsız, beceriksiz ve açgözlü oluşunu tanıtmıştır bize. Kapriçyolardan biri olan aşağıdaki resme “Aklın Uyuması Canavarlar Yaratır” adını vermiştir.

1793 yılında başlayan Fransa ile İspanya arasındaki savaş, 1808 yılında Napolyon Bonapart’ın ordularının İspanya’ya girişi, Napolyon’un kardeşi Joseph Bonaparte’ı İspanya tahtına çıkartması, Fransızlara karşı İspanyolların ayaklanmasıyla süren 30 yıllık şiddet dalgasına tanıklık etmiştir Goya. “Savaşın felaketleri” adını verdiği resim serisi kan ve nefretle sarmalanmış bu uzun yılları anlatır. 3 Mayıs 1808 adını verdiği eseri bu serinin en önemlilerinden biridir.

Goya’nın ölümünden yıllar sonra (1863) ortaya çıkarılabilmiş “Ne bu?” adlı eserine, genç Bolivar’ın hangi şartlardaki bir ülkeye yelken açtığını görmek, İspanya sömürgesi Venezuela’da patlak verecek “Kreol devrimini” anlamak için bakmalıdır.

Aşk ve ölüm
Bolivar İspanya’da üç yıl geçirmiştir, kısa süreliğine Paris’e gider. Kendisine yakınlık göstererek servetini tırtıklamaya çalışan uzak akrabalardan çabuk sıyrılarak, İspanya Savaş Bakanı görevindeki Uztariz Markisi’nin himayesine girmiştir. Uztariz, genç Bolivar’ın hem öğretmeni hem de koruyucusu olmuştur. Marki’nin yönlendirmeleri ve evinde bulduğu devasa kütüphane sayesinde felsefe, tarih, matematik ve dilbilim üzerinde çalışır. Bir yandan da Madrid’in yönetici sınıfıyla tanışma fırsatı bulmuştur. İki yıl sonra zengin bir aileden gelen Maria Teresa ile tanışır ve hemen aşık olur. Kızın babası önce ilişkilerine itiraz ettiyse de Bolivar’ın Venezuela’daki devasa servetini öğrenince evlenmelerine razı olur, 26 Mayıs 1802’de evlenirler; Simon Bolivar 18 yaşındadır. Bir ay sonra genç çift Venezuela’ya yelken açar. Ancak mutlulukları çok kısa sürmüş, Bolivar’dan 2 yaş büyük olan eşi Maria Teresa, evlenmelerinden 8 ay sonra geçirdiği bir ateşli hastalık sonucu ölmüştür.
Eşinin ölümü Simon Bolivar’ın yaşamında bir dönüm noktasıdır. İspanya’dan ülkesine geri dönen Bolivar’ın amacı Venezuela’daki geniş topraklarının başına geçerek sıradan bir “senyör” hayatı sürmektir. Eşinin ölümü üzerine bir daha evlenmeyeceğine yemin eder ve bu sözüne sadık kalır. Birkaç ay içinde işlerini yoluna koyarak yeniden Avrupa’ya yelken açar. Yıllar sonra yazdığı anılarından şu satırları okuyoruz:
“Eşim ölmeseydi Avrupa’ya ikinci bir yolculuk yapmazdım ve muhtemelen seyahatlerimde edindiğim fikirler Caracas’da ortaya çıkamazdı. Keza dünyaya ve insanlara, ayrıca siyasi kariyerim boyunca benim için çok değerli olan şeylere dair deneyim ve bilgi edinmem de Amerika’da olacak iş değildi. Eşimin ölümü beni erkenden siyaset yoluna itti.”
Venezuela yazı dizisinin 4., Simon Bolivar alt başlığının 1. Bölümünün sonu. Yazı dizisinin beşinci bölümünde, Simon Bolivar’ın ikinci bölümünü okuyacaksınız.
Dipnotlar
[i]Venezuela, Ekvador, Kolombiya, Peru, Panama ve Bolivar’ın adını taşıyan Bolivya.
[ii]Ankara dahil dünyanın pek çok kentinde Simon Bolivar heykelleri bulunmaktadır.
[iii]Libertador: İspanyolca ‘da kurtarıcı anlamına gelen sözcük.
[iv]Buradaki iddiamı Venezuela yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak açıklayacağım.
[v]1999 yılında böyle bir sel felaketi binlerce insanın çamur deryasının altında kalarak ölümüne sebep olmuştur.
[vi]Peru’da İnka topraklarını ele geçiren Francisco Pizarro, kendisi gibi İspanyol konkistadoru Diego de Almagro’yu öldürtmüştür. Yıllar sonra Almagro’nun yerine geçen oğlu, 20 arkadaşı ile sarayını basarak Pizarro’yu öldürmüştür.
[vii]Bugünkü Meksika’da Aztek imparatorluğunu ortadan kaldıran İspanyol konkistadorlarının en bilinenlerinden ve en kıyıcılarından biri olan Hernan Cortes İspanya’ya geri çağrılmış, ülkesinde yoksulluk içinde ölmüştür.
[viii]16. yüzyıldan itibaren Orta ve Güney Amerika’da Avrupa’dan çok daha geniş toprakları sömürgeleştiren, Avrupa’nın sahip olduğu tüm altın ve gümüşün kat kat fazlasını sömürgelerinden temin eden İspanya, bu zenginliği elinde tutmayı başaramamıştır. İspanya’nın 16. yüzyıl sonrasında elinde tutamadığı zenginliğin öyküsü, aynı zamanda 19. Yüzyıl sonunda gelişen kapitalizmin de hikayesinin iskeletini oluşturur. Üzerine yazmayı çok istediğim bu konunun ayrıntıları, bu yazının amaç ve kapsamını çok aştığı için sadece bir dipnot içinde vermekle yetiniyorum.
[ix]Goya, Kapriçyolar serisini bakır levhalara kezzapla işlemiştir.
KAYNAKLAR
- Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Sel Yayıncılık, Ocak 2015, İstanbul.
- John Lynch, Simon Bolivar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017 (II. Basım) İstanbul.
- Norbert Rehrmann, Simon Bolivar, İletişim Yayınları, 2017 (II. Basım) İstanbul.
- Venezuela’da sel felaketi, Evrensel Gazetesi, 21 Aralık 1999.
- Ayşe Yarar, Latin Amerika’da İspanyol Sömürgeciliği ve Simon Bolivar’ın Bağımsızlık Mücadelesi, H i s t o r y S t u d i e s Volume 5 Issue 1 Ocak/January 2013.
- Derya Şahin, Francisco Goya’nın belge niteliğindeki baskı resimleri, Ulakbilge Cilt 2 Sayı 4, 2014.
- Pixabay internet sitesi. (Sadece kapak görseli için kaynak olarak kullanılmış olup Michele Onorato tarafından Pixabay’a yüklenmiştir.)
- Wikipedia. (Sadece görseller için kaynak olarak kullanılmıştır)
“Venezuela 4 – Bolivar” üzerine bir yorum