biri de hiçbir yere gitmeyen!

Bu seçimin yerel seçim olmaktan çıktığını görmek için Goya’nın[i]bakışlarına, gözlerine ihtiyacımız yok. Geldiğimiz noktada bizleri sandık başına götürecek itici güç, seçime aday olanların bize anlattığı planlar, projeler ve vaatler olmadığı gibi oy verilecek adayların kişilikleri ve siyasi kimlikleri de anlamını yitirdi, 31 Mart akşamına kadar. Neden mi? Şili’de 1970’li yılların ortasında yaşanan bir olay yüzünden. Biraz sabır lütfen, açıklayacağım. 

Norman Jewison’un yapımcı ve yönetmenliğini üstlendiği Damdaki Kemancı adlı filmi seyretmiş olmalısınız, seyretmediyseniz bu vesile ile seyretmenizi öneririm. Filmde sütçü Tevye tarafından seslendirilen şu ünlü “Ah bir zengin olsam” şarkısının zenginlik hayalleri arasında bir büyük ev yaptırmak da vardır. Sütçü Tevye yaptıracağı eve üç tane merdiven yaptırmayı düşler: Biri yukarı çıkacak, biri inecek, biri de hiçbir yere gitmeyecek. Belediye başkan adaylarının terennüm ettikleri “ben başkan olduğumda” tam olarak böyle bir hayalin resmidir. Sütçü Tevye’nin şarkısı üzerinde oynayarak yazacağım “Ah bir başkan olsam” adlı yazıyı seçimlerden iki gün önce yayınlamayı planlamıştım, seçim sonrasına erteliyorum. Yazımın başında da söylediğim gibi bu seçim, şakulü kaymış ülkemiz için bir yerel seçim değil artık. Biri yukarı, biri aşağı, biri de hiçbir yere gitmeyen merdiven hayali kuranların “Mart’ın sonu bahar” düşlerine sığmayacak kadar büyük bir önem kazandı. Bu yüzden benim uyarladığım “Kuklacı ve CHP” fıkrasını yazmayı da seçimden sonraya erteliyorum. 

Gelelim Şili’ye, bazı kaynaklarda fıkra olarak da anlatılan bu olayın aynıyla vaki [ii]olduğunu iddia eden kaynaklar bulunuyor. Kaldı ki olayın üzerinden 50 yıl geçtikten sonra gerçek mi yoksa bir hikayecik mi olduğunun önemi yok; bize metafor olsun yeter. 

Görsel kaynağı: WIKIPEDIA

Augusto Pinochet’nin kim olduğu malum. Şili’nin 1973- 1990 yılları arasındaki Devlet Başkanı, Cunta lideri. Kurduğu baskı rejimi Şili’yi yıllar süren bir karanlığa gömdü. Anlatacağım hikayeciğin “kahramanı” da işte bu kişi. 

Pinochet bir gün sinemaya gitmeye karar veriyor. Amacı hem film seyretmek hem de bu vesile ile “halkım neler yapıyor acaba?” diye incelemek. Tanınmamak için tebdili kıyafet ederek yola çıkıyor. Sivil koruma polisleri de güya çaktırmadan peşinden gidiyor. Sinemaya varıyor, sıradan bir “vatandaş” gibi bilet kuyruğuna girip koltuğuna yerleşiyor. Film başlayacak ama hükümetin emriyle tüm sinemalarda film başlamadan önce Pinochet’nin icraatlarını öven bir kısa film gösterme zorunluluğu var. Beyaz giysiler veya fiyakalı askeri üniformalar içindeki Pinochet’nin gösterildiği kısa film biter bitmez tüm salon ayağa kalkıyor ve çılgınca alkışlamaya başlıyor. Pinochet ne yapsın, kalkıp kendini alkışlayacak hali yok ya, oturuyor koltuğunda. Yan koltuğunda oturan ve delice alkışlamaya devam eden adam Pinochet’nin kulağına eğilip fısıldıyor:

“Arkadaşım, kalk da alkışla, kahraman olmanın zamanı değil, salonun yarısı sivil polis dolu; zindanlarda çürümeye değmez bir alkış için.” 

Siz anladınız onu, kimin belediye başkanı olacağı laga lugasını üç günlüğüne bırakıyoruz, paşalar gibi oyumuzu veriyoruz.  Sonra mı? 



DİPNOTLAR

[i]Dün yayınladığım Venezuela- Simon Bolivar yazısının Francisco Goya bölümünü okumanızı öneririm. Daha iyisi hepsini okuyun: https://doganalpdemir.com/2019/03/27/venezuela-bolivar/

[ii]İki yıl önce Şili ve Pinochet üzerine de yazmıştım. Dilerseniz buradan okuyabilirsiniz: https://doganalpdemir.com/2017/02/26/silide-korkuya-ve-diktatorluge-hayir/

Kapak görseli kaynağı: Pixabay internet sitesi. Susann Mielke tarafından Pixabay‘a yüklenmiştir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s