İzmir’de kitap fuarı olacak da gidilmeyecek, yok öyle bir dünya. Saat 11.00’i biraz geçerken Fuar’da olacak şekilde hazırlandım. Kitap fuarı gezmenin uzun ve yorucu bir “gezi” olacağını bildiğimden her zaman yanımda taşıdığım dizüstü bilgisayarımı ve çantamdan eksik olmayan kitapları almadan yola çıktım. Geçen yıl kitap fuarına giderken kitaplar için sırt çantamı yeterli görmüştüm, bu yüzden kitapların ağırlığından günlerce sırt ağrısı çekmiş, üstelik sırt çantam kitapların ağırlığına dayanamamış, sağı solu kopmuş ve parçalanmıştı. Bu yıl sırt çantası yerine pazar arabam ve bir şişe su bana eşlik ettiler.

Hafta sonu nasıl bir mahşeri kalabalık olacağını bildiğimden hafta içine, üstelik yağmurlu bir sabaha denk getirdim kitap fuarı ziyaretimi, aklım sıra boş ve ıssız kitap stantlarının arasında keyfimce gezebilecektim. Maalesef, iyi ki de maalesef; hafta sonlarının stadyumu andırır kalabalığı kadar olmasa da oldukça büyük bir kalabalık bekliyordu beni. Üstelik ziyaretçilerin ezici çoğunluğu okullu çocuk ve gençlerden oluşuyordu. Okul servisleri akın akın çocukları taşıyordu Fuar’a. Kitap okumayan, eğitim düzeyi düşük bir halkı yönetmenin daha kolay olduğunu düşünen ve bunu açıkça söylemekten çekinmeyen bir siyasi iktidarın varlığında, bütün bu çocuk ve genç kalabalığı oldukça umut verici. Nasıl desem, biraz “sevindirik” olmuş halde girdim içeri. Girdim de…
Girdim de!
Devasa bir kapalı alana kurulmuş kitap fuarı. Hemen hepiniz biliyorsunuzdur, kitapevlerinin kurduğu stantlar yer alıyor alanda; benim gibi yön duygusu zayıf olanlar için gerçek bir zulüm, ilk on dakikanın sonunda başladığım yere dönmüş, üstelik aynı koridorlarda defalarca dolanmıştım. Bu çaptaki bir satış alanını dizayn etmenin zorluğunu taktir ediyorum, nedir, “serseri mayın” gibi dolanmadan, yayınevlerini bulmanın daha kolay olabileceği bir mekân yönetiminin mümkün olduğu kanaatindeyim[i]. Stantların ve koridorların karmaşıklığı, neredeyse dakika başı tekrarlanan anonslarda kendini gösteriyordu. Dakika geçmiyordu ki bir öğrencinin sınıfını, öğretmenini kaybettiği anonsu duyulmasın. Öğretmenin sınıfını, sınıfın öğretmenini kaybettiği anonslara gülmeden edemedim. Öğretmen arkadaşlarım kızmasın, mekânın karmaşıklığı, öğrencilerin kendilerini binlerce kitabın arasında bulmanın şaşkınlığı ile bu basit kaybolmalar normal görünebilir, belki. Ama belki de böyle bir “mekânı” ziyarete gelmeden bir gün önce sınıfıyla “kriz yönetimi” toplantısı yapan, ortaya çıkabilecek sorunlar durumunda kim kimi nasıl bulacak, hangi sorunlarda ne tür bir strateji izleneceğini öğrencileriyle birlikte kararlaştıran öğretmenlerin bu anonslara konu olmayabileceği kanaatindeyim.
Hani ya yazarlar?
Kitap fuarları önemlidir, hem de çok. Okur ile yazarın bir araya gelişine vesile olması bile benim için yeterlidir, özellikle çocuklar için. Ama bir şarkı sözü var, bilirsiniz, “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” diye başlıyor. “Yazarlar” konusu da benim için bu şarkı sözü gibi. Yine de her yazanın yazar olmadığı konusundaki fikriyatımı bir kenara koyup kitap fuarından “yazar” manzaraları aktarmakla yetineceğim. Yukarıda yazdım, kitap fuarı ziyaretçilerinin ezici çoğunluğunu çocuklar ve gençler oluşturuyordu. İmdi, bir çocuğun yazar dediğimiz kişiyi nasıl tahayyül ettiğini düşünün lütfen. Kendimden vereceğim örneği: 11 yaşımda çocuk klasiklerini bitirmiş, bir yandan Tolstoy, Dostoyevski, Turgenyev okurken öte yandan da Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir okumaya başlamıştım. Yazarlar benim gözümde yarı tanrı falan değil, düpedüz tanrıydı. Çok kocaman kafaları olan, kütüphaneler dolusu kitap okumuş, devasa bilgilerini sözcüklere dönüştürerek dünyayı, evreni yeniden yaratan insanüstü kişilerdi onlar benim gözümde. Ergenlik yıllarımda “gerçeklerle” yüzleşmiştim ama artık kitap aşısı tutmuştu; hekimlik mesleğine yeni başladığım yıllarda, küfürleriyle ünlü bir “büyük” şairin, alabildiğine sarhoş, torunu yaşındaki 15-16 yaşındaki bir kız çocuğunu kalabalık bir içki sofrasında mıncıklarken görmek bile okumaktan soğutamamıştı beni. Kitap stantlarının arasında dolanırken rast geldiğim yazarlara da bu gözle bakarken yine, yeniden sarsıldım! Gördüğüm yazarlar kitap imzalamıyor veya yanındakilerle sohbet etmiyorsa, istisnasız tümü ellerindeki cep telefonlarına gömülmüşlerdi. Eğer “Ne var bunda, cep telefonundan mesajlarına bakıyordur veya haberlere göz atıyordur” diyecekseniz, demeyin, bakamaz, mesajlarını da okuyamaz! Önünden binlerce çocuğun geçtiği “sözcüklerin tanrılarının” elindeki cep telefonuna gömülme hakkı olamaz. O çocuklar ki tümünün yaşamında cep telefonu var; anneleri, babaları, öğretmenleri, tanıdıkları veya tanımadıkları herkes cep telefonlarına gömülmüş olarak yaşıyor. Kitap fuarına gelen bir çocuğun gördüğü yazarların elinde kitap olmalı, içine gömülecekse kitaplara gömülmeli. Lütfen unutmayın; çocuklar işaret parmağına değil, ayak izlerine bakar.
Pahalılık alev gömlek
Selda Bağcan’ın hayat pahalılığı ve zamlar üzerine seslendirdiği türküsü malum:
“Pahalılık alev gömlek
Giyemezsin demedim mi
Her öğünde soğan ekmek
Yiyemezsin demedim mi”
Dinlemek isterseniz tıklayın.
Video kaynağı: Youtube.
Koç ailesinden değilseniz, aldığınız kitapların kapağına, ilk sayfalarına baktıktan sonra arkasını çevirip fiyatına bakıyorsunuzdur[ii]. Belki kitap fuarlarına gitmenizin en önemli sebebi de fiyatların daha uygun olduğudur. O zaman size kötü haberlerim var.
Aldığım kitaplara ödediğim ücretin hatırı sayılır bir tutarının yazarlara veya çevirmenlere gittiğini bilsem kitap fuarı üzerine yazdığım bu yazıya para/pul karıştırmazdım. Ama kazın ayağı öyle değil, ödediğimiz paranın aslan payı yayınevlerine gidiyor. Kaldı ki kâğıda basılı kitap konusunda aykırı görüşlerim var ama bu yazının kapsamına alamayacağım kadar dallı budaklı, belki başka bir yazıda anlatma olanağı bulabilirim. Eğer ayda, üç ayda 1-2 kitap alıyorsanız kitabı nereden aldığınızın önemi olmayabilir. Ama benim gibi günde 4-6 saat kitap okuyor ve her ay buzdolabı taksiti öder gibi kitaba para ödüyorsanız nereden ve kaç liraya aldığınız öncelikleriniz arasına girer. Bu nedenle fuar alanına girdikten ve hemen tüm stantları kabaca inceledikten sonra iki yayınevinde alacağım kitaplardan üçer tanesi üzerinden fiyat incelemesi yaptım[iii]. Fiyat incelemesini kitap etiket fiyatı, fuardaki satış fiyatı ve kitaplarımı sürekli aldığım bir internet satış mağazasını karşılaştırarak yaptım.
Gelelim sonuçlara:
İthaki Yayınevi’nden üç kitap için toplam fiyatlar:
Etiket fiyatı: 84 Lira
Fuar fiyatı: 59 Lira
İnternet fiyatı: 51.58 Lira
Metis Yayınevinden üç kitap için toplam fiyatlar:
Etiket fiyatı: 80 Lira
Fuar fiyatı: 64 Lira
İnternet fiyatı: 60.01 Lira
Maalesef hepsi bu kadar değil, internet üzerinden aldığım kitaplarda birçok kart için 6 taksit yapılabilirken fuardaki bu iki yayınevinin kredi kartına taksit olanağı bulunmuyordu.
Sonuç olarak
Olanağınız varsa kitap fuarına gitmemezlik etmeyin. Binlerce kitabın bulunduğu bir ortamın havasını solumak, ortamı gözlemlemek bulunmaz bir fırsat. En önemlisi çocuklarınızı, torunlarınızı götürün; yazarlardan birkaçını görme, tanışma, kitaplarını imzalatma imkânı sağlayın. Kitap alma konusuna gelirsek şu kadarını söylemekle yetineceğim: Pazar arabasını boşuna götürmüşüm.
DİPNOTLAR
[i]Ekim ayında Almanya’da Frankfurt kitap fuarına gitmeyi planlıyorum. Gidebilirsem bir karşılaştırma yazısı yazacağım.
[ii]Koç ailesi dediğime bakmayın, lafın gelişi. Erol Toy, yazdığı İmparator adlı kitapta Vehbi Koç’u anlatmıştır. Kitaptan anladığımız odur ki Vehbi Koç muhtemelen pazarlık yapmadan hiç kitap almamıştır.
[iii]Yaptığım fiyat karşılaştırmasında sadece Metis ve İthaki yayınevlerini inceleyebildim. İnternet satışında ise Babil kitap fiyatlarını kullandım.
Bu yazıda kullanılan kapak görseli için kaynak:
Resim PublicDomainPictures tarafından Pixabay‘a yüklendi.
Yazılarınızı zevkle okuyorum. Yazı diliniz çok keyifli. Fuar yazınız çok anlamlı olmuş.
BeğenLiked by 2 people
Kitap fuarlarının bu kadar kalabalık olmasına anlam veremiyorum. Sonuçta millet olarak okuduğumuz kitap sayısı ve kitaba ayırdığımız bütçe belli. Acaba insanların genel olarak satın alma eğilimlerinin nasıl olduğunu gözlemleyebildiniz mi?
BeğenLiked by 1 kişi
Kötü bir önyargı gibi görünse de; bu kalabalık, genel olarak insanlara “indirim, kampanya, ucuzluk, bedava” denilerek oluşturulan kuru kalabalık olarak değerlendirilebilir mi?
BeğenLiked by 1 kişi