Bu yazı yer yer abartılı ironik ve sarkastik öğeler içermektedir. Ortaya koyduğum argümanlar tekil örnekler üzerinden işlenmiş olduğundan temkinli yaklaşılması önerilir. Yazının içerdiği dipnotların okunması şiddetle tavsiye olunur, vitaminli yeri dipnotlarda.
Gazetelerin yalancısıyım, haber şu: “Ordu’nun Fatsa ilçesinde 82 yaşındaki bir kişi 80 yaşındaki kardeşini tabancayla vurarak öldürdü.” Bazılarınız “Üçüncü sayfaların sıradan haberlerinden biri” diyerek konuya ilgi göstermemiş olabilir, haklısınız, şiddet ve cinayet yaşadığımız toprakların “adi vakaları” haline geldi. Kaldı ki ülkemizin S- 400 füzeleri, doların düşmesine rağmen başını alıp giden hayat pahalılığı, TSK’nin Kuzey Irak’ta yaptığı operasyon, Suriye sınırında “hareketlilik”, İstanbul ve Ankara’nın CHP’li başkanlarını ters kepçe getirmeye çalışan iktidar yanlısı belediye meclisleri, Babacan- Gül ve Davutoğlu’nun parti kurma girişimlerine ait kulis faaliyetleri gibi hayati sorunları varken bir “adi” cinayet haberinin nasıl bir ehemmiyeti olabilir ki!
Geçtiğimiz hafta Şeyma Subaşı’nın[i]40.000 satan kitabı hakkında Cüneyt Özdemir’in sert tartışmalara sebep olan 26 dakikalık bir değerlendirme videosu[ii] ve “fahişelerin” seks işçisi sayılıp sayılmayacağı konusunda patlak veren sosyal medya savaşları[iii] kanaatimce ülke gündeminin en “can alıcı” konularıydı[iv]. Ama Ordu’da yaşanan cinayet bütün bunların ötesinde bir anlam ve öneme sahip.
A.D ve H.D iki kardeştirler. Kardeşlerin yaşlarına ilişkin gazetelerde yer alan bilgiler çelişkilidir; Sözcü ve Habertürk gazeteleri yaşlarını 82 ve 80, Ordu Ulak gazetesi 85 ve 75, Yeni Akit gazetesi ve Mynet haber portalı 75 ve 70 olarak verdi. Sonuç olarak her ikisi de yaşını başını almış ve yaşlı olarak kabul edilen yaşlara sahip iki kardeş… Yaşlar önemli çünkü TUİK verilerine göre ülkemizde erkeklerde beklenen yaşam süresi 75 yıl! Cinayeti işleyen A.D, her halükârda beklenen yaşam süresini doldurmuş, özcesi yaşadığı her günü, istatistiklere “kapak olsun” diyerek keyifle yaşayacak, Azrail’e nanik yapıp “sefam olsun” diyecek zamanları. Ancak iki kardeşin büyüğü olan A.D tercihini farklı bir şekilde kullanıyor.
Her iki kardeş akşam namazlarını kılmak için aynı camiye gidiyorlar. Cami imamı izinli olduğundan cemaatin kıdemlisi sıfatıyla olsa gerek, A.D imama vekalet ederek namazı kıldırıyor. Namaz bittiğinde A.D dışarıya çıkarken kardeşi H.D nafile namazı[v]kılarak ibadete devam ediyormuş. Az önce cemaate imamlık yapan A.D üzerindeki tabancayı çıkartarak namaz kılmaya devam eden kardeşine defalarca ateş ediyor. Ambulansla hastaneye kaldırılan H.D kurtarılamıyor. Cinayeti işleyen 82 yaşındaki A.D, saklandığı fındık bahçesinde yakalanıyor, gözaltına alındıktan sonra tutuklanıyor.
Gördüğünüz gibi olayın ahval-i adiye olarak değerlendirilmesi çok mümkün. Üstelik iki kardeşin yakınlarının cinayet sebebi olarak telaffuz ettikleri, aralarındaki “husumetin” sebebi olarak gösterdikleri konu “of ya…” dedirtecek türden: Arazi, mal/mülk paylaşımı! Cinayeti işleyen kişinin akıl sağlığının bozuk olduğu veya alkol/uyuşturucu kullandığı tanımlanmıyor. Özetle, bütün bulgular konunun sıradanlığına işaret ediyor. Yine de konunun ülke gündeminin en üst sıralarında olması gerektiğinde ısrar ediyorum. Açıklayacağım!
Her şeyden önce yaşlılarda suç işleme oranları gençlere oranla oldukça düşük, ülkemizde de dünyada da. Bazı ülkelerde yaşlılarda suç işleme oranlarının yükseldiği iddiaları var. Örneğin Japonya! Ama görünen o ki Japonya’da yalnız yaşayan yaşlıların oranının arttığı ve yaşlıların ilgi çekmek veya kısa sürelerle cezaevlerinde kalabilmek için küçük hırsızlıklar yaptığına dair bulgular var. Almanya’da da yaşlıların suç işleme sayılarının çok arttığı iddia edilmiş. Ama işlenen suçlar, Almanya’da sosyal devletin çöküşü sonrası emekli yaşlıların ekonomik durumunun çok bozulması ve yaşlıların giderek küçük süpermarket hırsızlıklarına yöneldiğine işaret ediyor. Kısaca söylemek gerekirse ne Japonya’da ne de Almanya’da yaşlılarda işlenen suçların artışında cinayetler önemli bir yer almıyor.
İbadethanelerde suç işlenmez diye bir kural yok, cinayet dahil. 12. Yüzyılda İslam’ın İsmaililik mezhebine dayanan bir tedhiş örgütü kuran Hasan Sabbah’ın fedaileri camide cinayet işlemekten çekinmemişler hatta camide gerçekleştirdikleri eylemlerine siyasi/dini sembolik bir anlam yüklenmiştir. Kısa bir zaman önce Yeni Zelanda’da iki camide gerçekleştirilen katliamların da siyasi/dini saiklerle gerçekleştirildiğine şüphe yoktur. Ancak kişisel husumete dayalı ve cinayeti işleyenin ve öldürülenin aynı cami cemaatine ait kişiler olması tüm ezberlerimizi yerle bir etmektedir[vi]. Çünkü bu cinayet tüm dinlerin varoluş sebebini anlamsız kılar!
Homo Sapiens’in doğasında öldürme (iç)güdüsünün olup olmadığı konusundaki görüşler muhteliftir. İsrailli tarihçi Yuval Harari 2011 yılında yayınladığı Hayvanlardan Tanrılara Sapiens adlı kitapta[vii]Neanderthal insanın ortadan kalkmasını Homo Sapiens’in tarihin ilk seri katil oluşuna bağlar. Harari’nin iddiasını dayandırdığı biyolojik paleoantropolojik bazı bulgular çok önemli olmakla beraber bu hipoteze temkinli yaklaşmakta büyük yarar var. Her şeyden önce “Tarım devrimi” olarak tanımlanan dönemde insanoğlunun mülkiyete dayalı bir toplum inşa etmesine bağlı olarak şiddetle olan ilişkisi de değişmiştir. Bu değişimi görmezden gelerek Homo Sapiens’i “seri katil” olarak sunmak çok doğru olmasa gerektir. Ancak ister Homo Sapiens’in doğasında, isterse de daha sonradan genetik hafızasına işlenmiş olsun, insanın insanı öldürmesinin, daha genel olarak ifade etmek gerekirse ilkel dürtülerinin denetim altına alınması ilk sosyal toplumların ortaya çıkmasıyla beraber bir zaruret halini almıştır[viii]. Bu zarureti karşılayan en uygun araç olarak dinlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Dinlerin dürtü denetimi için ortaya koyduğu kuralların başarısı siyasal yöneticileri cesaretlendirmiş ve giderek “dinin en sıradan görevi uyruklara itaat aşılamak[ix]” haline gelmiştir. Özcesi, dinin insanlara dürtü denetimi sağlayan temel çıkış noktası ile, uyruklara itaat aşılama görevi iç içe olduğu gibi birbirlerini denetlerler. Birinde ortaya çıkan zaaf diğerinin çökmesine sebep olabilir.
Yeniden Ordu’nun Fatsa ilçesine dönelim. Cinayeti işleyen 82 yaşındaki A.D, ibadetini camide yerine getiren, sol kesim tarafından “samimi Müslüman” olarak tanımlanan, muhtemelen devletine, milletine itaatkâr bir vatandaşımızdır. Bu koşullarda kardeşi olan hasmını ibadet ederken hem de camide öldürmesi dinin dürtü denetimi vasfını yitiriyor olduğunun bir işareti, delili olarak değerlendirilebilir. Bazılarınız “Ama hocam, bu ilk işaret değil, daha neler neler var” diyecek olabilir, elbette haklılar… Ama bu olayda bir araya gelen unsurlar, toplumumuzda dinin temel işlevleri konusunda büyük bir dönüşüme, değişime işaret ediyor olabilir. Bu dönüşümün birey bazında dürtü denetim bozukluklarının artışıyla beraber toplumda “uyrukların itaati” konusunda da ağır bir çatlak oluşturması kaçınılmaz görünüyor[x].
İnsan fizyolojisinin en temel unsuru tampon sistemlerin sağladığı dengedir. Tampon sistemlerde oluşan bir zaaf, doğru teşhisle kolaylıkla tedavi edilebileceği gibi hızla ölüme giden bir süreci de tetikleyebilir. Din, ülkemizin de içinde olduğu pek çok toplumda önemli tampon sistemlerden biridir[xi]. Bu konuda ortaya çıkan değişim ve dönüşümler, nasıl yönetildiğine bağlı olarak toplumların çürüme ve çöküşlerine veya bedeli ağır da olsa özlenen bir toplumun filizlenmesine vesile olabilir. Nasıl mı? Siz fikirlerinizi yazın, ben de bu dönüşüm sürecinin nasıl işleyeceği ile ilgili fikirlerimi yazayım! Olur mu?
DİPNOTLAR
[i]Şeyma Subaşı’nın kitabı sosyal medya kullanıcıları tarafından yerden yere vuruldu. Sosyal medyada üç milyon takipçisi olan Şeyma Subaşı’nın kitabını aldığını ve okuduğunu söyleyen bir tek Cüneyt Özdemir’e rastladım. Geriye kalan 39.999 kitabın kimlerde olduğu muamma. Öte yandan 3.000.000 takipçisi olan bir sosyal medya fenomeninin kitabının sadece 40.000 satmış olmasına çok şaşırdığımı söylemeliyim. Kitabın en azından 300.000 satacağını ummuştum.
[ii]Şeyma Subaşı’nın kitabını beğendiğini, hatta okuduğunu söyleyen kimseye rastlamadığım için kitap üzerine yapılan tartışmaları izlemem mümkün olmadı. Sosyal medya kullanıcılarının çoğu kitabı “rezil” bulmuştu. Sanat ve medya güneşimiz Seda Sayan ise, Subaşı’nın makyaj için hidrolik asit kullanımını önerdiği için kitabın toplatılması gerektiğini iddia etmiş. Ama Cüneyt Özdemir’in kitap üzerine değerlendirme yaptığı video sonrası kıyamet kopmuş. Özdemir’in kitabı “tiye aldığı” videoyu çok beğenenlerle, Cüneyt Özdemir’in kitap içeriği konusunda haklı olsa da Şeyma Subaşı’na yönelik olarak eril bir dil kullandığını, yazar erkek olsaydı bu dili kullan(a)mayacağını, erkeklerin kadınlara yönelik olarak bunu hep yaptığını iddia edenler birbirine girmişler. Videoyu izleyip kararı siz verin: https://www.youtube.com/watch?v=oURh_Z6Dca0
[iii]Tartışma yeni değil. Yaşamını “fuhuş yaparak” kazananların seks işçisi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hakkındaki tartışmalar uzun süredir gündeme geliyor. Bu tartışmaların bazen oldukça nitelikli olduğunu, kullanılan argümanlarda solun veya feminist bakış açısının kalıplaşmış ezberleri dışına çıkıldığında aslında aynı şeylerin söylendiğini düşünüyorum. Ancak gördüğüm kadarıyla bu kez seviye alabildiğine yerlerdeydi. Tartışma “Seks işçiliği ne demek ya? Gönder eşini o da işçilik yapsın o zaman bu işse” diliyle yürüten “devrimcilerle”, “Sana ne pezevenk? Kendi çapında zorunlu seks işçiliğine vurgu yapmışsın güya; işçilik olup olmadığını anlamak için eşlerinizi göndermeye gerek yok, git kendin bak bakalım işçilik mi değil mi?” diyenler arasında yürüdü ve ülke fotoğrafının negatifini gözümüze soktu.
[iv]Dünya gündemi üzerine de fikrimi sorabilirsiniz. Kanımca son günlerde dünyadaki en önemli haber, İngiltere’de basılacak olan 50 Pound üzerine Alan Turing’in fotoğrafının basılacak oluşudur. Hem de İngiltere’nin Julian Assange’ı ABD’ye teslim etmeye çalıştığı bir dönemde!
[v]Nafile namazı: Farz olan namaz bittikten sonra daha fazla sevap kazanmak için kılınan namazlar için kullanılan terim.
[vi]Cinayeti işleyenin bir meczup olduğu veya akıl ve ruh sağlığının ağır biçimde bozuk olduğunu iddia etmek de mümkün değildir. Katilin camiye silahla gelmesi, cemaate “imamlık” ettikten sonra ibadete devam eden kardeşini sırtından vurduktan sonra fındık bahçesinde saklanması cinayeti oldukça bilinçli işlediğine işaret etmektedir.
[vii]Yuval Harari, Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens, Kolektif Kitap, 2015.
[viii]Tüm dinler “öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, zina yapmayacaksın” vb. kuralları dayatmaktadır. Semai dinlerin ortaya çıkmasından önce de benzer yasal düzenlemeler olduğunu görüyoruz. En ünlüsü Hammurabi yasalarıdır. Ama Hammurabi de kendisine bu kanunları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş olduğunu söylemiştir.
[ix]Yves Maria Berce, Modern Avrupa’da Ayaklanmalar ve Devrimler, İmge Kitabevi, Mayıs 2003.
[x]15 Temmuz’da sene-i devriyesi olan “Fetö darbesi” de bu gelişmeler ışığında okunmalıdır.
[xi]Bu cümlemden yola çıkarak dinlerin toplumların varoluşu için elzem olduğunu iddia ettiğim sanılmaz umarım.
Yazıda kullanılan kapak görseli: Enes Açıkgöz tarafından Pixabay’a yüklendi. https://pixabay.com/tr/photos/cami-namaz-mosque-prayer-islamic-2079740/
Harika kaleminize saglik
BeğenLiked by 2 people
Yaziyi okumak bir sey degil yorum yapmak baya terletiyor. Bu bölüm benim icin cok dikkat cekici: Son zamanlarda Islam Ülkeleri uyruklara itaat asilamasi tek islevi. Siyasiler de sadece bu yönünü degerlendirip önem veriyor… Sex isciligine gelince: Herseyin gerceginden cok sözü daha ilginc geliyor. Fantaziler ve hayallar gerceklerin önüne geciyor. Buna güzel bir Örnek Harika bir fikra: Köylü arzuhalciye komsusu ile olan husumeti hakkinda dava dilekcesi yazdirmis. Arzuhalci ye oku bakalim ne yazdin deyinece okunan dilekceyi duyunca baslamis aglamaya. Arzuhalci sormus ne oldu diye oda : Benim komsu bana neler yapmista haberim yok demis. Artik ne yaptigimiz degil agzi laf yapan birinin nasil gördügü daha önemli. Yani dünyanin en güzel kadiniyla olan sex macerasi illa da birilerinin yorumuyla veya bize asiladigi sablon degerlerle kiymetleeniyor. Bu nedenle hangi kültür hangi cag olsa sex iscileri olacak. tabiki haklari ve güvenceleride.
BeğenLiked by 1 kişi
Bir madde bağımlısının bu bağımlılıkla mücadele sureci ve sonunda başarıya ulaşması o madde olmadan yaşamanın özgür irade ile doģru olan davranışı sergileyebilmesi gibi…
BeğenLiked by 1 kişi
Uzun zamandır böyle hakiki ve gerçekçi bir yazı okumamıştım. Teşekkür ederim, emeğinize sağlık.
BeğenLiked by 1 kişi