“Ortadoğu’ya Hitler’in yardımı olmadan barış gelir mi?”sorusu bile nasıl ağır bir sorunla yüz yüze olduğumuzu yeterince anlatıyor sanıyorum. Sosyal medyada biraz dolaştığınızda “Hitler kalk, yarım bıraktığın işi tamamla”,“Değerini ancak anladık Hitler, bizi affet” benzeri mesajları görebilirsiniz. Üstelik bunlar birkaç meczup veya marjinal grubun gayri ciddi iletileri de değil. Daha da kötüsü Hitler’in adını karıştırmayı kendine yakıştıramayan bazı “hümanist ve Müslüman solcunun” da İsrail’in kökünü kazımayı öneren “barış yanlısı” mesajları hiç az değil. Beyler, hanımlar, gençler veya kendinizi her nasıl tanımlıyorsanız, şiddet ideolojik bir duruş ve asla tasma takılamayacak kötücül bir ejderhadır. Filistinli çocukları kurtarmak için İsrail’de taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamalı diyenleriniz varsa yazının devamına geçiş biletiniz yoktur, biline…
1099 yılının 15 Temmuz’unda zırhlı, uzun sarı saçlı Haçlı Şövalyeleri Kudüs’ün kapılarından girdikleri zaman kenti 40 gündür savunan Müslüman ve Yahudiler aynı kaderi paylaştılar. Ele geçirilen tüm Müslümanlar kılıçtan geçirilmiş, kentin kuzeyini savunan Yahudiler sığındıkları havranın içinde diri diri yakılmışlardı. İki gün sonra geriye sadece ölenlerin cesetlerini çukurlara doldurduktan sonra sıranın kendilerine gelmesini bekleyen bir avuç Müslüman ve Yahudi kalmıştı. Kudüs’ün düşmesi ile birlikte I. Haçlı Seferi sona ermiş, Ortadoğu’da aralarında Kudüs’ün de bulunduğu dört Hristiyan krallık kurulmuştu. 88 yıl sonra Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü ele geçirinceye kadar yaşadı Kudüs Krallığı, bölgeye 200 yıl boyunca egemen oldu Haçlılar. Nedir; Haçlılar’ın bu egemenliğinin en büyük sebebini, kendi fiziksel güçlerinden daha fazla kendi aralarındaki iktidar ve güç savaşlarından vazgeçmeyip en küçük bir çıkar için Hristiyan krallarının yanında yer almaktan çekinmeyen Türk, Kürt, Arap emirlerinin kısır çekişmelerinde aramak gerekir. Ortadoğu, aradan geçen yaklaşık 1000 yıllık sürede yaşadıklarından hemen hiç ders almamış görünüyor. Haçlı Seferleri’nin damıtılmış ve çağımıza uyarlanmış şekli olan emperyalizm, günümüzde de Türk, Kürt ve Arap liderlerin aymazlıklarını ustaca kullanmaktadır. Üstelik şimdi bölgenin satranç tahtasına sürülmüş, üç bin yıllık kadim düşmanlıklarla sarmalanmış bir Yahudi Devleti bulunuyor.
İsrail Devleti’nin Ortadoğu’daki varlığı, bölgeyi kimyadaki kararsız bileşiklerin durumuna benzer bir hale getiriyor. Okul hayatınızda ortaokul ve lise fen bilgisi öğretmenleriniz sağlamsa yaptığım metaforu hemen anlamışsınızdır, kararsız bileşikleri parçalamak için gereken enerji miktarı kararlı bileşiklerden çok daha azdır. XI. ve XII. yüzyıllarda Ortadoğu’da kurulmuş Haçlı Krallıkları nasıl kararsız sosyal ve siyasal bir yapı oluşturduysa, içinde İsrail’in bulunduğu bölge coğrafyası da benzer bir kırılganlığa ve kararsızlığa sahiptir. İsrail’in bölgede yarattığı bu kırılgan ve giderek daha da kanlı rolün en önemli sebeplerini din ve etnik yapının birbirine dolandığı Yahudi inancında aramak büyük bir hata olmaz kanaatindeyim. Ayrıntılarını bir başka yazıya sakladığım İsrailoğulları ve Yahudilik çemberini şimdilik kısaca “Yahudiler Yahudi’dir” şeklinde formüle ediyorum.
Gençlik yıllarımda dinlediğim bir fıkrayı aklımda kaldığı ve kendi kelimelerimle yeniden yazarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Konuyla ilişkisini ise yazımın sonuna saklıyorum. II.Dünya Savaşı başında Almanya, Fransa’nın kendisine karşı kurduğu Majino Hattı’nı tümüyle işlevsiz bırakarak çok kısa bir süre içinde Fransa’nın büyük bölümünü ele geçirdi. Alman kuvvetleri büyük kentleri olduğu gibi stratejik öneme sahip köyleri de işgal ettiler. Öykümüz işgal edilen küçük bir Fransız köyünde geçiyor. Köyü işgal eden Alman birliğinin subayı oldukça dindar, entelektüel bir kişi olup sık sık köyün küçük kilisesini ibadet için kullanıyor. Yine bir gün kiliseye geldiği zaman İsa heykelinin hemen dibindeki küçük bir kum havuzu dikkatini çekiyor. Kum havuzu irili ufaklı küçük toprak fare heykelleri ile dolu. Papazı çağırtıp soruyor “Bunca kilise gezip dolaştım, hiç böyle bir şey görmedim, bu fare heykellerinin amacı nedir?”. Papaz anlatıyor, “Köyümüzde çok fare var, farelerden usanan köylüler, farelerden kurtulmak için yaptıkları küçük fare heykelciklerini İsa efendimizin ayakları dibine yaptırdığımız bu kum havuzuna bırakıyorlar” demiş. Alman subayı papazı küçümseyerek bir kahkaha patlatıyor ve “demek hala böyle ilkel hurafelere inanıyor ve kutsal kiliseyi de buna alet ediyorsunuz” diyor. Papaz gülümsüyor ve yumuşak bir ses tonuyla “Sayın komutan, eğer gerçekten inanıyor olsaydık o kum havuzunun içi fare değil Alman askerlerinin heykelleri ile dolu olurdu” diyor.
Son yılların en büyük teknolojik gelişiminin mobil teknolojiler olduğuna hiç şüphe yok. Şunun şurasında bir kaç on yıl önce devasa salonlara sığdırılabilen ve yeryüzünde sadece birkaç ülkenin kullanabildiği bilgisayarların bilgi işleme ve saklama kapasitelerinin yüzlerce kat gelişmiş olanlarını hemen hepimiz cebimizde taşıyoruz. Üstelik üretimi de sadece birkaç ülke ile sınırlı değil. Bilgi teknolojilerindeki bu gelişimi Ockham’ın Usturası1ile silah teknolojilerine uyarlayınca dehşet verici bir sonuca ulaşıyorum, kolayca üretilebilen küçük bir çanta boyutunda nükleer silahlar! Her ne kadar Pentagon’da çalışıyor olmasam da mobil silah teknolojileri üzerine çok kafa yorduklarını ve bu alanda devasa araştırma birimleri kurduklarını sanıyorum. Bu konuda ciddi kaygısı olan bir ülkenin de İsrail olduğuna hiç şüphe yok. İsrail’e hava yolu ile gidenlerin havaalanlarındaki paranoyaya varan güvenlik çilesi bunun bir işareti sayılmalıdır. Hiç de uzak olmayan bir gelecekte herhangi bir evin mutfağında nükleer silah üretilmeye başladığında, dar bir coğrafyada ve sınırlı nüfusla yaşayan ülkelerin yarattıkları zalim ve kan dolu politikanın bedelini en ağır biçimde ödeyecek ülkelerin başında İsrail geliyor.
Üzülerek söylemek zorundayım ki savaş teknolojilerine ayırılan kaynak, barış kültürünün gelişmesi için ayrılanın çok çok üstünde. Ortadoğu liderlerinin kaypak, kişisel hırs ve iktidar kavgası üzerine kurulu alabildiğine dini bağnazlıkla ve yüzyılların kini ile bilenmiş siyasal duruşlarına, akıl ve barış dili ve belki bazı ülkelerin yaptığı gibi ekonomik yaptırımlar yolu ile dur demek tüm Dünya ülkelerinin, insanlarının ortak sorumluluğu olmuştur. Filistin’in yaşadığı zalimliğe karşı Hitler’in ruhunu yardıma çağıran ırkçı ve yeni şiddet dilinin gelişimi ise büyük bir tehlikeye işaret etmektedir. Bu yeni şiddet dili Ortadoğu’yu, içi İsrailli, Arap, Türkmen ve Kürtlerin heykelleri ile dolmuş bir kum havuzuna çevirdiğinde barış için çok geç kalınmış olabilir.
Kaynak:
1- Maalouf, Amin, Arapların Gözü ile Haçlı Seferleri, 1997, Telos Yayınları.
Dipnotlar:
1- Ockham’ın Usturası: “Her şeyin birbirine eşit olduğu bir ortamda, en basit açıklama doğruya en yakın olandır” şeklinde özetlenebilir.