Okullar açılıyor, Pink Floyd’un 1979 tarihli The Wall albümünün ünlü bir şarkısını köşe yazımın başlığına taşıyorum: Another Brick In The Wall… Uzun yıllar boyunca tüm Dünya’da öğrencilerin neredeyse bir isyan ve özgürlük marşı oldu, çocukların ve gençlerin tek boyutlu insan yetiştiren, kontrole, güç ve iktidar ilişkilerine dayalı eğitim sistemine karşı çıkışlarının sembolüydü yıllar boyunca. Pek çok ülkede yasaklandı, hiç kuşkusuz 1968/78 kuşağının isyan, devrim ve özgürlük düşlerinin en güzel şarkılarından biri olmaya devam edecektir.
Duvardaki Bir Başka Tuğla1
Eğitime ihtiyacımız yok
Düşünce denetimine de ihtiyacımız yok
Sınıflarda aşağılanmaya da
Öğretmenler rahat bırakın çocukları
Hey öğretmen! Rahat bırak o çocukları
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğla
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğlasın sen.”
Okullar açılıyor; neresinden tutsanız elinize yapışan sorun yumağı eğitim sistemimiz, çocuklarımızı güç ve iktidar ilişkileri üzerine kurulu, sorgulamayan bireyler yetiştirecek bir öğrenim dönemine daha hazırlanıyor. Çocuklarımız uzun bir yaz tatilini, hepimizin bildiği gibi, bilgisayar başında geçirdiler. Bilgisayar oyunları başında geçirdikleri uzun saatler sonrasında el göz reflekslerini oldukça geliştirdiler. Böylece ilerde bir savaş uçağı pilotu olurlarsa bu beceri onların oldukça işlerine yarayacak. Ancak ne yazık ki bir jet pilotu olmaları da imkânsız, koca bir yaz tatilini yatarak, yiyerek, içerek ve bilgisayar başında geçirdikleri için jet uçaklarının yüksek hızlarına dayanabilecek kas gelişimi ve ani kararlar almaları gerektiği zaman stratejik düşünme becerisi geliştirme fırsatını kaçırdılar, yazık. Bu becerilerin gelişimi için sistemli ve ekip ruhuyla spor yapmaları, satranç ve go gibi strateji oyunları oynamaları gerekiyordu, bilgisayar başında bu yeteneklerin gelişmesi olanaklı olmuyor maalesef. Tabii ille de jet pilotu olmaları gerekmiyor, ancak her ne olacaklarsa, yetenekleri ve ilgilerine uygun aktiviteler için de fırsatı kaçırdılar, çok yazık. Yerel yönetimler resim, müzik, öykü yazma vb. atölyeler açtılar, spor okulları kurdular, İngilizce kursları açtılar ve çok az sayıda çocuk/genç bu aktivitelere katıldılar, katılanlar ise sistemli ve yeteneklerine uygun, iyi programlanmış çok disiplinli kamplardan yararlanamadılar. Ya kitaplar, ilköğretim çağındaki çocukların kaçı bir Jules Verne, Carlo Collodi, Stevenson, ortaöğretimdekiler Yaşar Kemal, Jack London, liseliler ise Dostoyevski, Balzac, Tolstoy, Isaac Asimov, Gabriel Garcia Marquez romanı okudular bilmek isterim doğrusu.
Anlaşılan çocuklar yeni öğretim dönemine hazır değiller, ya okullar… Binalar yeni öğrenim dönemine hazırlandı mı? Engelli asansörleri, doğru eğimle yapılmış engelli rampaları, panik kolu yapılmış acil çıkış kapıları, öğrenci başına uygun sayıda ve nitelikte hazırlanmış sıhhi tuvaletler, fen bilgisi, dil, müzik için atölyeler, okuma salonu, kütüphane, iyi çalışan satranç ve spor salonları çoktan hazırlanmış ve öğrencileri bekliyor olmalı. Tabii bütün bu saydıklarımı işletecek, çalıştıracak, koordine edecek eğitimci ve yöneticiler de gerekiyor, hazırlar mı? Engelli asansörü var ama faal değil, engelli rampaları 45 derece, acil çıkış kapıları güvenlik nedeniyle kilitli tutuluyor, fen bilgisi laboratuvarı çay ocağı olarak kullanılıyor, kütüphanede Nuh Nebi’den kalma kitaplar, göstermelik okuma salonu; doğru mu bütün bunlar? Okul kantinlerinde kolay bozulabilecek ve sıhhi koşullarda sunulması olanaksız döner, sıcak sandviç vb. yiyeceklerin sunumuna izin veriliyor mu? Cevabı siz de benim gibi çok iyi biliyorsunuz, çocukların sağlığı pahasına okul kantinleri rant kapısı olmaya devam ediyor, kimsenin de sesi soluğu çıkmıyor…
Görülen odur ki fiziksel koşullar da çok fena, devrim mevrim olmadan da düzelecek gibi durmuyor. Okullar kendi kaderlerine terk edilmiş, okul müdürlerinin başarısı Devletin sağlamadığı olanakları nasıl yaratabildiği ile ölçülüyor. Size bir hikâyecik anlatacağım, varsayalım tümden hayal ürünü, değil ama haydi öyle olsun. Vaktin birinde bir ilin milli eğitiminden sorumlu büyük müdürü okulların müdürlerini toplamış. Büyük müdür küçük müdürlere asarım, keserim şeklinde talimat ve babacan nasihatler verirken, cesur mu cesur bir yoksul bölgenin okul müdürü söz alıyor, o benim kahramanım. “Sayın Müdürüm” diyor, “okullar açılacak ama bırakın bilgisayar ve fotokopi makinesini, iki top fotokopi kâğıdımız bile yok…” diyor ve gerisini diyemiyor. Sözü keserek alan kocaman müdür kükrüyor, benim kahramanım o müdürü çocuk gibi paylıyor, “İki top kâğıdın yoksa istifa edecek bir yaprak kâğıdın da mı yok” diyor, kendi söylediğine kendisi gülüyor, kahramanım gülmüyor, küçük müdürlerin çoğu büyük müdür güldü diye gülüyor. Bir ülkenin eğitim, sağlık, güvenlik ve hukuki işleyişi bu alanlarda çizilen insan odaklı ulusal politikalar ile çözülebilir, oysa ülkemizin eğitim sistemi tümüyle yerel bürokrasinin becerisine terk edilmiştir. Herkesin gözü önünde sevimsiz bir oyun oynanıyor, okul aile birliği denilen oluşumlar okulların giderlerini karşılıyor. Öğrenci ailelerinin ortalama gelir düzeyleri yüksekse akıllı tahtalar, projeksiyon cihazı gibi araç gereçler alınıp okul müdürünün odası tastamam tefriş ediliyor. Ya kent yoksullarının yaşadığı bölge okulları, yoksul köy ve kasaba okulları, onlar önemsiz, konuşmaya bile değmez, zaten oraların çocukları okusa ne olacak, olacakları maden işçisi, fıtratları ise ölümle bezenmiş…
Okullar açılıyor, temiz pak giydirilmiş çocuklarımız okul duvarlarının önünde, karşısında dizilecekler. Bütün faşist, otoriter ve baskıcı sistemlerin amacı tek tip, dogma ve hurafeleri sorgulamayan, kolay boyun eğen, itaatkâr, güce ve güçlüye tapan insan yetiştirmektir. Tek tip zihniyet, tek tip kıyafet. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde “türbana özgürlük” getirebilmek için serbest kıyafet geçişi yapıldıktan sonra yeniden formalı eğitime geri dönülüyor. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı duruşun sembolü olmuştur formalı eğitim. Oysa günümüzdeki 300 liradan 3000 liraya değişen cep telefonu markaları bile eşitlik ve yoksulluğun simgelerini yerle yeksan etmiş durumda. Bu koşullarda hala formalı eğitimi savunmanın tek bir anlamı olabilir: Denetleyebilme, kontrol edebilme erkini elde tutma arzusu ve hiyerarşik üstünlüğünü kaybetme korkusu. Kaldı ki, öğrenci öğretmen ilişkisini bir güç ve iktidar ilişkisi olarak gören ve dayatan bir ideolojinin serbest kıyafete tahammül edebilmesini ummak safdillik olacaktır. Okullar açılıyor; 68 kuşağı ve onun ardılları 78’li gençler boşuna çığırmamışlar “Another Brick In The Wall” diyerek.
“OKULLAR AÇILIYOR” birkaç yazıdan oluşan bir “dizi köşe yazısı” olacak, önümüzdeki hafta öğretmenleri yazacağım, “madem öğretmenleri konuşacağız, aman ha şunu unutmayın” dediğiniz ne varsa bana yazın lütfen, her satırı okuyacağım dikkatle. Ekran, klavye ve parmaklarınıza gereksinim var sadece, akıl, fikir sizden olsun, derlemesi, toplaması, yazması benden…
1-Another Brick In The Wall” adlı şarkının Türkçe çevirisi Sevda Demir tarafından yapılmıştır.