FELSEFE MEYDANI, SOSYAL MEDYA VE MEB GENELGESİ

Adını değiştiriyorum, varsayalım İsmail, İsmail Hoca; haritayı yaysanız önünüze, yerini zor bulacağınız bir küçük ilçenin lisesinde felsefe öğretmeni. Yıllardır sosyal medya arkadaşım, gerçek hayatta tanışıklığımız olmadığı gibi hiç ortak arkadaşımız da yok, nasıl bulmuşuz birbirimizi hatırlamıyorum bile. O benim köşe yazılarımın sıkı okuyucusu, ben onun videolarının fanatik izleyicisi. Kedili video, komik video değil; ayda bir veya iki kez kendisinin sınıfta/okulda çektiği müthiş felsefe tartışmalarına ait videolar. Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’na rahmet okutacak düzeyde “Felsefe Meydanı” çekimleri yapıyor İsmail hocam, hem kameraman hem de oturum yöneticisi. Türkçeleri şiveli liseli gençlerin nasıl çatır çatır Demokritos ve Deskartes tartıştıklarını görseniz aklınız uçar. Yaptığı video çekimlerini sosyal medyada paylaşırdı, öğrencilerinin bu paylaşımlar altına yaptıkları felsefi yorumları hayranlıkla okurdum. İsmail hocam birkaç gün önce geleneksel ve sosyal medyanın çok az ilgi gösterdiği bir haberi paylaştı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bir genelge yayınlayarak öğretmenlerin okul veya sınıf içindeki faaliyetlerini, etkinliklerini sosyal medyada paylaşmalarını yasaklamıştı. Bir kız öğrencisi tek cümle yazmıştı altına, “Hocam şimdi bize ne olacak”.  İsmail hocamın ilkokul çağında iki çocuğu var, risk alabilecek şartlarda yaşamıyor, aynı gün sosyal medya hesabını kapattı… Öğrencisinin “şimdi bize ne olacak” sorusunu ben cevaplayacağım, artık İsmail hocanız sınıfta video çekimi yapmayacak, “Felsefe Meydanı” yok artık, takır takır dersini anlatır, sınavını yapar, maaşını alır, hepsi bu. Siz belki bilmiyorsunuz ama İsmail hocanızın video çekimleri meğerse Anayasa’ya, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ve Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırıymış, vay canına…

MEB, sosyal medya denilen “illetin” öğrencilerin kişilik, psikolojik ve sosyal gelişimlerini olumsuz etkilediğini geçtiğimiz hafta keşfederek öğretmenlerin okul içi ses, görüntü ve video kayıtlarını paylaşmalarını yasakladı. Mesela Anayasa’ya aykırıymış bu paylaşımlar: “Devlet her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirler alır” mış…  Yine Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre Taraf Devletler çocukları “bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suiistimale, ihmal veya ihmalkâr muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.”  Çok etkileyici, “Taraf Devletler” arasında bizim de olmamız çok sevindirici ama insanın aklının almadığı bir yan var, şu her kavşakta dilenen okul çağındaki çocuklar, üç otuz paraya evlilik adı altında satılan kız çocukları “Taraf Devletler” de yaşamıyorlar mı, yoksa Anayasa onları kapsamıyor mu? MEB’ nın genelgesine ikna olamıyorum bir türlü, siz de mi olamadınız, o zaman okumaya devam.

Genelgeyi okuduğumda “işte şimdi sosyal medya patlayacak” dedim kendime, yanılmışım, hem de çok. Sosyal medyayı titretme çabam ise bir dinozorun ayağına basma etkisi yarattı. Hem geleneksel hem de sosyal medya bu yasağı ciddiye almamıştı. Tek tük itirazlar genelgenin içeriğine değil, “bunlar zaten iyi bir şey yapmazlar” fikrine dayalıydı. Yasakçı zihniyeti eleştirenlerle bu yasağın “paralelleri engelleme” amacı taşıdığını düşünenleri saymazsam neredeyse beğenilmişti yasak. Yasağı doğru bulanlar “ben de çocuğumun teşhirinden kaygılıyım” yargısının etrafında dolanıyor, kendileri de sosyal medyayı gösteriş ve oyun olarak kullandığı için çocuklarının oyuncak olma tehlikesi altında eziliyordu. Sizin anlayacağınız, İsmail hocamın sosyal medyadan sessizce çekip gitmesi kimsenin dikkatini çekmedi.

Teknolojinin gelişimi ve icatlarla, toplumun bu yöndeki değişimi kabul etmesi ve kullanımı arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Pek çok icat toplumun o buluşa gereksinim duymaması, korkuları ile baş edememesi veya başka türlü nedenlerle gündelik kullanıma geçmemiş, geçememiştir. En iyi örneklerden biri Phaistos Diski, Girit’te bir saray harabesinde bulunmuş, milattan 1700 yıl önce. Size şaka gibi gelebilir ama günümüzden 3500-4000 yıl önce yapılmış bu disk bir matbaa makinesi fikrinin basit ve çok etkileyici bir örneğidir. Ancak matbaanın gelişimi bu diskin icat edildiği tarihten 3000 yıl sonra mümkün olabilmiştir. Örnekler uzar gider, ABD kongresinin 1971 yılında sesten hızlı giden bir aracın geliştirilmesine para ayrılmasını kabul etmemesi, yüksek becerili bir daktilo klavye tasarımının sürekli geri çevrilmesi, İngiltere’nin uzun bir süre elektrikle aydınlanmayı kabul etmemesi en çok bilinenleri. 20. Yüzyıl başlarında kelli felli bilim adamları elektriğin evlerde kullanımına karşı çıkıyor, kullanımın kısıtlanması, yasaklanması gerektiğini savunuyordu. Onlara göre evlere giren elektrik, “meraklı” kadın ve çocukların firketeyle prizleri karıştırması sonucu toplu ölümlere sebep olacaktı. Özetle, her türden icat kendine ait bir kültürün ve dilin gelişimine ihtiyaç duyar, toplum bu gereksinime yanıt veremiyorsa bilimin yerini hurafe, aydınlığın yerini karanlık alır. Osmanlı Devleti ve Avrupa’nın matbaa kullanımları arasındaki 300 yıllık farkı da bu bakış açısıyla okumak gerekir.

Bilgisayar, internet ve sosyal medyanın icadı ve gelişimi insanlık tarihinin en büyük toplumsal, sosyal sıçramalarından birine sebep olmuştur. İnsanoğlu hiçbir icat ve gelişim karşısında bu denli hazırlıksız yakalanmamış, faka basmamıştır. İnternet ve sosyal medyanın çok hızlı gelişmesi, insanoğlunun sosyal yapılanma hızını kat kat geçmiş, toplumların hukuki ve etik değerleri allak bullak olmuştur. Bugün ayan beyan görünen şudur, internet ve sosyal medya dünyasına karşı geliştirilebilecek tüm kategorik yasaklar “dandik” bir tıraştan ibarettir. Tüm diktatörlük rejimlerinin sosyal medya karşısındaki korku ve çaresizliğinin sebebi de bu alanın yasaklarla maniple edilmesinin gülünçlüğünden kaynaklanmaktadır. İnsan topluluklarının bugün geldiği nokta, sosyal medya ve internet ile beraber yaşamanın kaçınılmaz olduğu gerçeğidir.

Gelelim MEB genelgesine, İsmail hocamın durumuna ve çocukları için kaygılı ve bu nedenle genelgeye sıcak bakan ebeveynlerin haline. MEB için ne desem boş, trafik kavşaklarında dilenen, “gelin” diye satılan çocukların olduğu bir ülkede genelgenin samimiyetine inanmak olanaklı değil. Sanayide karın tokluğuna 12 saat çalışan veya türlü nedenlerle “öteki” ilan edilmiş çocuklara değinmedim bile, kısacası şu, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Anayasa maddeleri ile sol jargona boyanmış yasakçı genelgenin itibar edilecek tarafı olamaz. Türlü çeşit yorum yapılabilir yasaklar için; “paralelleri” engelleme, kendilerini zor duruma sokabilecek görüntüleri kaynağında kurutma, toplumsal muhalefeti besleme olasılığı olan bilgi trafiğini durdurma, sayın sayabildiğiniz kadar. Tabii bu yasağın nalıncı keseri gibi olma olasılığı da var, Kuran ve Osmanlıca kurslarının bu yasak kapsamına alınacağını düşünüyor musunuz, hiç sanmıyorum. Gelelim İsmail hocama, onunla işimiz zor, o bir küskün, belki bir “yorgun savaşçı” hissediyor kendini. Oysa Milli Eğitim Bakanı veya üst düzey yetkilisi olsam İsmail hocama el koyardım, benzerlerine de. Tümünü sosyal medya kültürü, yeni medyanın eğitimdeki rolü, sosyal medya dilinin geliştirilmesi konularında yurt içinde gerekiyorsa yurt dışında eğitime gönderir, onları bu alandaki çalışmaların öncüsü yapardım. Eğitim vb. alanlarda sosyal medyayı etkili kullanan toplumlarla, kullanamayanlar arasında 300 yıllık bir fark daha açılacağını görmek için falcı olmak gerekmiyor. Gelelim çocuklarının sosyal medyada teşhirinden kaygılı erişkinlere; pek çok ebeveyn okul içinde “komikli video” çekmeye kalkan ya da sosyal medyanın gücünü sınıfın küçük bir bölümü için kullanarak sınıfın/okulun diğer çocuklarını ötekileştiren az sayıdaki öğretmene karşı yeni korkular geliştirmiş durumda. Onların bu korkusu Phaistos Diski’ni 3000 yıl boyunca saray kalıntılarına gömen, matbaayı 300 yıl boyunca Osmanlı topraklarına sokmayan korkudan farksız. Ebeveynlere bu noktada düşen görev yasakçı zihniyete teslim olmak değil, okul içi sosyal medya etiğinin geliştirilmesi için çaba göstermektir.

Sosyal medya üzerine yazmak karanlık ve derin sularda yüzmeye benziyor. Yasaklardan medet uman bir iktidarın karşısında dili, hukuku ve kültürü gelişmemiş, zapt edilmesi güç bir yeni medya olgusu var önümüzde. Çok iş düşüyor bizlere, eğitimcilere, sosyal bilimcilere, hukukçulara, sanatçılara, yazarlara, devrimcilere, bu toplumun değişiminden kendini sorumlu hisseden herkese; sosyal medyanın gücünü barıştan, eşitlikten yana kullanabilmek için yeni bir medya dili, etiği, hukuku ve kültürü yaratmak zorundayız. Zor mu, zor, başarabilir miyiz, kolay değil, ama, EVET…

Kaynak:
1- Diamond, Jared, Tüfek, Mikrop ve Çelik, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2013

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s