50- 100 bin yıl evvel Neandertal insanın ölülerini bir ritüel eşliğinde gömdüğünü biliyoruz. Kuzey Irak’ta Zagros dağlarındaki ünlü Şanidar Mağarası’nda bulunan ve çiçeklerle birlikte gömülen Neandertal insana ait kalıntılar, Neandertal’lerin ölümün ve dolaylı olarak yaşamın farkında oluş gibi bir bilişsel olgunluğa ulaştıklarını gösteriyor. Şanidar Mağarası bulguları bile Homo Sapiens ile Neandertal insan ilişkisi üzerine iki çift söz söyleyebilmeyi, toplayıcı/avcı Sapiens’in ileri sürüldüğü kadar masum olmayabileceğini, aralarındaki ilişkinin doğal bir seleksiyona değil şiddete dayanıyor olabileceği konusundaki tartışmaların önünü açar. Uzun lafın kısası, insanın ölümle kurduğu ilişkiden yola çıkarak tarih, kültür, inanç, gelenek ve daha neler neler üzerine bir dolu hipotezler geliştirmek olanaklı. Her coğrafi bölge kendi ölüm törenlerini ürettiği gibi, aynı coğrafi bölgelerde de ölü gömme, dolayısı ile insanın ölümle kurduğu ilişkileri büyük değişiklikler göstermiştir. İnsanoğlunun ölümle kurduğu ilişki türü, uygarlık seviyesi hakkında olduğu gibi, o topluluğun nefret dili ve şiddetle kurduğu münasebetin de şaşmaz ibrelerinden biri olmuştur.
Tunç Çağı’nda Anadolu’ya bir göz atıyoruz, özellikle Batı Anadolu’da bir yerleşim patlaması yaşanıyor. Günümüzden beş bin yıl öncesine ait mezarlara baktığımızda, konuyla ilgili bilim insanlarının intramural diye adlandırdığı bir ölü gömme âdetine rastlıyoruz. Eğer bugünün gelenek ve duyguları ile tarihe bakmak gibi bir hataya düşersek, anlamamıza imkân ve ihtimal olmayan bir yöntemle gömülüyor ölüler. Çocuk ölümlerinde daha sık kullanılan bu yöntemde, ölen kişi yaşanan konutun zeminine açılan bir çukura gömülüyor.
Yine Neolitik ve Tunç çağına ait mezarlarda ölülerin sıklıkla cenin pozisyonunda yani bilimsel adıyla hocker pozisyonunda gömüldüğünü görüyoruz. Bu durumda yanıtlanması gereken bir dolu soru çıkıyor karşımıza. Ölüm sertliği oluşmadan bu pozisyonu ölüye kimin verdiği, ölü üzerinde bu uygulamayı yapan kişilerin “öte dünya ile ilişki kurma becerisine” sahip olup olmadığı, bir ruhban sınıfının ne zaman ortaya çıkmış olabileceği gibi sorular ve olası cevaplar, ölüm üzerinden ne çok bilgiye ulaşılabileceğini gösteriyor.
Ölüm ve ölene yöneltilen davranış modelleri, o toplumun nefret ve şiddetle olan ilişkisini de görmemizi sağlar. 17. Yüzyıl İngiltere’sinde çıkan iç savaş sonrası Kral I. Charles, 1650 yılında kafası kesilerek idam edilmiş, ülkeyi Oliwer Cromwell 1658 yılına dek demir yumrukla yönetmişti. Cromwell’in ölümünden üç yıl sonra I. Charles’ın oğlu II. Charles tahta geçiyor. Yeni kralın ilk verdiği emirlerden biri devlet töreniyle gömülmüş bulunan Oliwer Cromwell’in cesedinin çıkartılıp, cesede işkence yaptırılıp kafasının kestirilmesi oluyor. Cromwell’in kafası 20 yıldan uzun bir süre boyunca İngiltere Parlamentosu’nun çatısında kazığa çakılı olarak sergilenmiş. Şeklen olmasa bile oturduğu ideolojik kalıp olarak benzer uygulamaların, günümüzde de sürdüğünü söylemenin büyük bir abartı olmadığını sanıyorum.
Osmanlı devrinde gördüğümüz ve dünyada örneği olmadığını sandığım bir çarpıcı uygulama ise cellat mezarlıklarıdır. Osmanlı dönemi İstanbul’u, cellatların kendi mezarlıklarına defnini kabul etmemiş, onların mezarlıklarını ayırmıştır. Cellat mezarlıklarındaki taşlar dikdörtgen kesilmiş, üstü yazısızdır. Olasıdır ki, infaz edilenlerin yakınlarının cellat mezarlarını tahrip etmelerini önlemek için alınmış bir önlemdir bu. Ömür boyu yalnız yaşayan, dilsiz, evlenme olanağı olmayan cellatlar, Osmanlı toplumunca ölümle, şiddetle, zalimlik ve merhamet yoksunluğu ile özdeşleştirilmiştir. Birer açık hava müzesi haline getirilmesi gereken bu mezarlıklar, günümüzde kentsel alanların içinde, üzerine dikilen devasa binaların içinde yok olmaya terk edilmiş ve geriye cellatların bir dizelik çığlığı kalmıştır.
“hükm-ü sultan olmazsa, hata gelmez cellattan.”
Korku filmlerinin ve bilgisayar oyunlarının içerdiği şiddet dozunun ne denli artmış olduğunu izliyor olduğunuzu sanıyorum. Yönetmen Alfred Hitchcock’un 1950-1970 arası çektiği korku filmleri günümüz izleyicilerine “Kırmızı Başlıklı Kız” tadı veriyor. Günümüzde bilgisayar oyunlarındaki ölüm ve şiddet sahneleri pornografik bir cinsellikle birlikte sunulmaya, kanlı sahneler arzulanır bir objeye dönüşmeye başladı. Bir online savaş oyunu olan Travian’da “askerleri kesmek” terimi ölüm yerine kullanılıyor. Ölümün, şiddetin ve cinselliğin bir potada pişirildiği yeni bir dünya dili hızla yayılıyor.
Ölümü yaşamın dışına iten bu rafine edilmiş haz dünyasını anlamak için bir Cola reklamı izlemelisiniz. Hepsi sağlıklı, enerjik, yakışıklı, seksi, “hayatın tadını çıkaran” genç kadın ve erkekler bize subliminal bir mesaj iletiyor: Tüket, eğlen, anı yaşa, zevk al. Çünkü; “Tüketmek ölümsüz olmaktır.”
21. yüzyılın on altıncı yılını sürüyor ülkemiz; bir iç savaşın eşiğinde, Ortadoğu’da bir savaşın tam göbeğinde, ölümlerin birer sayı olduğu günler sürüyoruz. Ölümün leş ve şehit üzerinden tanımlandığı, birinin şehidinin diğerinin leşi olduğu günler. Tam da bu şartlar altında, toplumumuzun ölümle olan ilişkisi hızlı ve radikal bir biçimde değişiyor.
Medya, üç kişinin beş kişinin ölümlerini birinci sayfadan içerilere çekeli çok oldu. Onlarca insan bir kerede ölmeden birinci sayfaya, hele manşete çıkmak olanaklı değil. Üstelik “leşler” hesaba dâhil edilmiyor. Hal böyle iken, bir küçük haberle karşılaşıyoruz.
“Şehit Eşle Son Selfie!”
Haberin devamında şu satırları okuyoruz.
“Altı ay önce evlenip düğün yapmaya hazırlandığı eşinin, cenazede tabuta sarılıp selfi çekmesi, meydanı dolduranların yüreklerini dağladı.”
Fotoğrafta tabuta sarılıp “selfie” çeken eşi ve yanında duran genç kadının kamerayı “süzen” bakışlarını görüyoruz. Yüz bin yıllık ölüm ritüelleri tepetaklak olmuş ve nekrofilik yaşam formuna sahip bir Sapiens’in ürkütücü gelişimiyle yüz yüze gelmiş bulunuyoruz.
Bu bizim tanıdığımız, doğup büyüdüğümüz, öldüğümüz Türkiye değil, 80 milyon yataklı bir açık hava tımarhanesi. İtildiğimiz Ortadoğu bataklığında boğuluyor, can çekişiyoruz. Sınırları değil, bu düzenden beslenen sınıfları ve onların zalimliğini gören bir bakışa ve anlayışa gereksinimimiz var. Sınırların ve sınıfların olmadığı bir dünya hayali/ereği, can çekiştiğimiz bu çamur deryasının tek hayat öpücüğü olabilir. Hala çamurlardan çamur beğenenlerin, boğulmak üzere olduğunun farkında olmayanların, boğulduğumuz çamurun cinsi üzerine analiz yapanların ve/veya çamurun şerefine kadeh kaldıranların bilgisine sunuyorum.
Kaynaklar
1- Ahmet Uhri, Batı Anadolu Tunç Çağı Ölü Gömme Gelenekleri, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji Ana Bilim Dalı Doktora Tezi, 2006.
2- Ömer Erbil, Cellat Mezarlıkları Kayıplara Karıştı, Radikal Gazetesi, 11 08 2011.
3- Şehit Eşle Son Selfie!, Haber Ekspres, 07. 09. 2016.
“Ölüm Selfisi” üzerine bir yorum