1894 yılının 10 Temmuz gününün öğleden sonrası İstanbul için yıkım günüdür. Şiddetini 7.0 olarak tahmin ettiğimiz bir depremle sarsılır Osmanlı başkenti. Resmi kayıtlara bakarsanız 474 kişi hayatını kaybetmiştir. Ancak gerçek sayı bunun çok üstünde olmalıdır. Sultan Abdülhamit sansürü, vakit geçirmeden ölü sayısı üzerine tahminde bulunmayı bile yasaklamıştır.
Abdülhamit, tahta çıkmasından dört ay sonra, 23 Aralık 1876’da Kanuni Esasi’yi (Anayasa) ilan etmiştir. Nedir; 12. Maddenin “Matbuat kanun dairesinde serbesttir” şeklinde düzenlenmesi, Osmanlı toplumuna fikir ve yayın özgürlüğü getirmeye yetmemiştir. Kanuni Esasi’nin yayımından on gün sonra çıkartılan bir kararname ile “kanun dairesinde” özgürlüğün ne anlama geldiği anlaşılmıştır.
“Askeri hükümet, gerekli görünen kişilerin gece ve gündüz evlerini aramaya; şüpheli ve sabıkalı güruhundan olup hükümetçe tutuklananları, sıkıyönetim olan yerde konutları olmayan kişileri başka bir yere uzaklaştırmaya; ……. zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri hemen kapamaya ve her türlü cemiyetleri (toplantılar, kurullar, dernekler) yasaklamaya yetkilidir.” Madde 6.
Gazeteci Teodor Kasap Efendi, Hayal adındaki ünlü mizah gazetesinde “kanun dairesinde serbesti” üzerine bir yazı yazmış ardından da yine bu konuda bir karikatür yayınlamıştır. Ellerinden ve ayaklarından zincirlenmiş Karagöz’e “Nedir bu hal Karagöz?” diye sorar Hacivat. Karagöz’ün cevabı, “Kanun dairesinde serbesti Hacivat” şeklinde olunca, Teodor Kasap üç yıl hapis cezasına çarptırılır.
“Abdülhamit dönemi kitap düşmanlığının zirveye çıktığı bir dönemdir” şeklinde bir iddiada bulunsam, ola ki “nereden belli” diyenler olacaktır. Bu yüzden Maarif Nazırlığından Mabeyin Başkâtipliğine 1902 yılında gönderilen bir resmi yazıyı okuyalım birlikte.
“Encümen- i Teftiş ve Muayene’ce, zararlı olmalarından dolayı şimdiye kadar tutuklanıp el konularak toplanıp kalmış ve Kâğıthane civarında yakılıp yok edilmesi için izin istenmiş olan yüz elli çuval kitap ve kağıtların oraya yollanmasından vazgeçilerek Nezaret avlusunda veya o civardaki bir yerde yakılıp yok edilmek için, Allah’ın gölgesi olan padişahın sözlü iradeleri bulunduğundan, Nezaret dairesinin arka tarafındaki bahçede adı geçen kağıtların bir demir kafes içinde yakılıp yok edilmelerinin mümkün olduğu anlaşılmıştır; ancak, ne kadar çaba ve özen gösterilse, yine de yanan kağıtların havalanarak etrafa dağılması ve duman çıkması önlenemeyeceğinden, bunların ise etraftan dikkati çekeceği, geçen yıl hademe tarafından bazı eski ve gereksiz kağıtların avluda yakılması üzerine yangın var zannedilerek tulumbacıların Nezaret dairesine koşup gelmesiyle anlaşılmıştır. Nezaret civarında bulunan Çemberlitaş hamamının külhanında yakılmaları halinde ise, böyle sakıncalara meydan kalmayacağı gibi, sözü edilen külhan, Nezaret bahçesine bitişik ve söz konusu kâğıtların bulunduğu mahzen yakınında bulunduğu için, kâğıtların dışarıya çıkarılmaksızın ve doğrudan doğruya ve gürültüsüzce oraya taşınması ve yakılması kabil olacağından, bu yol her bakımdan uygun görülerek hamam kiracısı çağırılıp zararlı kâğıtlardan söz edilmeksizin bazı gereksiz kâğıtların hamam külhanında yakılacağı bildirilip razı edilmiş ve cumadan başka her gün birer miktar kâğıtların Encümen-i Teftiş ve Muayene başkanı Abdullah Hasip Efendi hazretlerinin gözetimi altında olarak Meclis-i Maarif üyelerinden İbrahim Efendi ve İlkokullar Müdürü Şükrü Beyin çalışmalarıyla ve son derece dikkat ve özenle, söz konusu külhana taşınma yakılmaları ve böylece az zamanda arkasının alınması mümkün bulunmaktadır. Allah’ın gölgesi Padişahça ne yolda emir ve ferman buyurulursa, yüce hükmünün yerine getirileceği arz olunmakla…….”
Padişah efendilerinin “zararlı kitap yakma” buyruklarını yerine getirecek komisyon günlerce çalışır. Çalışmalarının ilk gününde işlerini layığı ile yaptıklarını kanıtlamak için bir de tutanak tutmuş komisyon.
“Encümen mahzeninde toplanıp Çemberlitaş hamamında yakılıp yok edilmesi yüce Halife’nin iradesi gereğince, yüz elli çuval zararlı kâğıtların kimse görmeyerek uygun biçimde adı geçen yere taşınması için Nezaret dairesine bitişik hamamın bahçe duvarında bir geçit açılarak bugün saat altı buçukta yakılmasına başlanılmış ve vaktin elverdiği ve külhanın alabildiği derecesinde saat on buçuğa kadar on üç çuval önümüzde yaktırılmış ve hepsi kül haline geldikten sonra su döktürülüp mahvedilmiş ve yarın sabah saat on ikiden itibaren tekrar işe başlamak kararlaştırılmış olduğu bilgi olarak arz olunur.”
Abdülhamitçiler kitap yakma ve basının sansürü hadiselerini inkâr etmezler. Nedir, onlara göre bu sansür yüce Osmanlı imparatorluğunu dış mihrakların, kötülük yuvalarının, bölücü fikirlerin yayılmasına engel olarak, devletin bekasını sağlama maksadı ile yapılmıştır.
“Yüce Osmanlı’nın bekası” için alınan tedbirlere takılan yazarlardan biri de Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Kırık Hayatlar adlı romanı bir günlük gazetede tefrika edilmektedir. Yazdığı bölüm sansür heyetinden geldiğinde, kırmızı kalemle orasının burasının çizildiğini görünce, elindeki kalemi sayfaların ortasına saplayıp çıkar. Hal böyle olunca 1908’de Abdülhamit tahttan indirilinceye kadar tek satır yazmaz.
Sansür Kurulu’nun nasıl çalıştığını anlamak için Matbuat İdaresi’ne gönderilen ve gazetelerin uyması gereken kuralları bildiren yönetmeliğin bazı maddelerini birlikte okuyalım.
1- Her şeyden önce, dünya değer Padişah Hazretlerinin sağlığı üzerine havadis verilecektir.
2- “Şahsiyata” kesinlikle meydan verilmeyip bir vali ya da mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, öldürme ya da çirkin bir iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispat olunamadığı bildirilerek saklanması ve yayınlanmasına asla müsaade olunmaması.
3- “Ermenistan” sözcüğü gibi tarih ve coğrafyayla ilgili adların anılması yasaktır.
4- Yabancı hükümdarlar aleyhinde yapılan suikast girişimlerinin ya da yabancı memleketlerde yapılacak kargaşa çıkarıcı gösterilerin sadık ve kendi halinde ahalimizce bilinmesi uygun olmadığından, bunların herhangi bir biçimde ve yolda olursa olsun yayınlanmamaları.
Birinci maddeye dayanılarak padişahın sağlıklı olduğunu yazmak serbest, hastalığını yazmak yasaktır. Avrupa’nın ünlü doktorlarından biri saraya davet edilecek olursa, gazeteler bunu “Boğaziçi havasını teneffüs etmek” veya “Mekteb-i Tıbbiyeyi ziyaret” amaçlı olduğunu yazarlardı.
Dr. Besim Ömer Paşa İstanbul çeşmeleri üzerine bir makale yazar, yazı Servetifünun dergisinde yayınlanacaktır. Yazıyla birlikte bir çeşme başında dua eden yaşlı bir adamın da resmi basılacaktır. Sansür memuru Ebülmukbil Kemal Bey resmin yanına bir soru işareti koyar. Dergi sahibi Ahmet İhsan (Tokgöz) Kemal Beye bir tezkere yazarak soru işaretinin sebebini sorar. Sansür memuru Kemal Beyin cevabını birlikte okuyalım.
“Çeşme resmi gerçekten pek güzel ve dua her Müslüman’ın gözünde şüphesiz ki kutsaldır. Lakin bugünlerde kötü düşünceliler o kadar çoğaldı ki, bu güzel resmi Servetifünun ’da görür görmez (Hah! Bunu bu biçimde burada yayınlamak, alttan alta: “İşimiz duaya kaldı” demek olduğunu anlatmaktır) anlamında saçmalayacaklarını bildiğimden…”
Hüseyin Cahit “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı bir makaleyi Fransızcadan çevirir. Yazıda bir cümle içinde Fransız İhtilali’ne atıfta bulunulmaktadır. Sen misin “ihtilal” yazan, gazete kapatılır, sahibi Ahmet İhsan ile yazar mahkemeye verilir. Mabeyin Başkâtipliği konu ile ilgili olarak Adliye’ye bir tezkere yazar.
“Edebiyat ve Hukuk masum başlığı altında Servetifünun gazetesinin ekli sayısında yayınlanan makalede Fransa kral ve kraliçesinin idamlarına ve Büyük İhtilal’e ait vakalar kamunun gözleri önüne konarak, kimseye minneti olmayan velinimetimiz yeryüzü Halifesi Efendimiz Hazretlerine karşı isyana kışkırtılmakta olup böylelerine karşı Avrupa’da her memlekette ağır cezalar verilmekte ve hatta Amerika’da linç cezası uygulamakta olduğundan, adı geçen gazetenin imtiyaz sahibi ile bütün ilgililerinin derece derece cezalandırılması ve sonucunun bildirilmesi, Padişah Hazretlerinin iradesi gereği duyurulur.”
Pek çok kelimenin kullanılması yasaklanmıştır. İsyan, ihtilal, hürriyet sözcükleri haydi haydi yasak ama sadece bu kadar değil. Örneğin Abdülhamit’in iki kardeşi Reşat ve Murat isimlerini kullanmak yasaktır. Reşat yerine Neşet, Murat yerine Mirat kelimeleri kullanılıyordu. Ola ki, maazallah, kendisi tahttan indirilip Murat veya Reşat’tan biri tahta çıkarılabilirdi. Halit Ziya Uşaklıgil “40 Yıl” adlı eserinde o dönemde muhtemelen hiçbir çocuğa Reşat veya Murat adının konmadığını yazar.
Abdülhamit’in büyük ve gösterişli bir burnu olduğundan burun kelimesi yasaklanmıştı. Çünkü “burun” denerek, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi Halife Hazretleri ile alay edilmiş olabilirdi. Hüseyin Cahit, Piere Loti’den çevirdiği İzlanda Balıkçısı kitabında akla karayı nasıl seçtiğini anlatıyor.
“Bazı sözcükler vardı ki, onların kullanılmasının doğru olmayacağını bütün yazarlar bilirdi. Çünkü Tanrının yeryüzündeki gölgesinin çok büyük, kuraldışı ve gösterişli bir burnu vardı. ‘Burun’ sözünün onunla alay edilmesi sonucunu yaratacağı kanısına varılmıştı. Ben İzlanda Balıkçısı’nı çevirirken coğrafyayla ilgili “burun” sözü geldikçe “karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri” diye yazıyordum.”
Abdülhamit istibdadının en önemli üç aygıtı ve simgesi “sansür, jurnal hafiye”dir. Hükümeti, orduyu, efkâr-ı umumiyeyi (kamuoyu) kontrol altında tutmayı hedefleyen Abdülhamit, hatıratında “Bizde sansür elzemdir” diyerek şunları yazıyor.
“Tebaamıza çocuk muamelesi etmeye mecburuz; hakikaten de büyük çocuklardan farkları yoktur. Ebeveyn veya mürebbi nasıl gençliğin eline zararlı neşriyatın geçmemesine dikkat ederse, bizim hükümet de halkın fikrini zehirleyecek her şeyi halktan uzak tutmaya çalışmalıdır.”
Bu anlayış Abdülhamit’i gizli bir polis teşkilatı kurmaya ve hafiye örgütünü geliştirmeye götürür. Jurnal ve hafiye örgütü tam bir korku toplumu yaratır. Osmanlıcada istihbarat raporu anlamında kullanılan, Fransızcadan gelen bir terimdir jurnal. Bir yandan hafiye örgütü gelişirken, jurnal vermeyi teşvik eden bir yönetim oluşturulur. Jurnalin bir başka kişiye iftiradan ibaret olması bile jurnalciyi zor durumda bırakmaz hatta tebrik edilir. Jurnalcilik karlı bir işkolu haline gelir. İmparatorluk idaresi jurnallerin kucağında yürür. Devletin en üst yöneticileri bile jurnal korkusu nedeniyle rutin görevlerini bile yerine getiremez haldedir. Kudüs’teki görev yerine gitmek üzere yola çıkan bir vali İzmir’de mola verir. Teamül gereği, görev yerine giden valinin konakladığı kentin valisini ziyareti gerekir. Ama İzmir Valisi gözden düşmüş eski sadrazam Mithat Paşa olunca bu ziyaret gerçekleşmez. Jurnal devletin hemen tüm aygıtlarını çalışamaz veya daha doğru bir ifade ile jurnalle çalışır hale getirmiştir.
Abdülhamit’in kuruntulu ruhsal yapısı çevresindekiler tarafından alabildiğine sömürülmüştür. Kendisini eleştirebilecek, ona doğruyu söyleyebilecek tüm mekanizmaları ortadan kaldıran 24. Osmanlı Sultanının çevresi, kendisinin evhamlı yapısını daha da pekiştiren ve bu yolla sadakatlerini göstererek mevki ve rütbe sahibi olmaya çalışan kişilerce çevrilmişti. Düzmece jurnallerin bile kendilerine az veya çok çıkar sağladığını gören hafiye teşkilatı üyeleri, birilerini ne kadar çok karalarsa o kadar fazla ihsan sahibi olabileceklerini de çabuk keşfetmiştir. Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin oğlu Muhtar Bey, Kurban Bayramı selamlık alayının, dinamit atılması tehlikesinden dolayı Dolmabahçe Sarayında yapılmasına engel olmuş ve bu jurnaline mükâfat olarak Şurayı Devlet Mülkiye Reisliğine aza tayin edilmiştir. İstanbul depremi sonrası padişahın sağlığını soran telgraf çeken Ankara Valisi Memduh Paşa, Dâhiliye Nazırlığına getirilmiştir.
31 Mart hadisesinden sonra Abdülhamit tahttan indirildi. Yeni yönetim 33 yıllık bir “Yıldız arşivi” sorunuyla yüz yüze geldi. Arşivde bulunan binlerce jurnalin yayınlanması konusunda sert tartışmalar yaşandı. Hüseyin Cahit’in 1909 yılında Tanin Gazetesinde yayınlanan bir makalesi bu tartışmalar hakkında bize önemli ipuçları veriyor.
“Yıldızda bulunan bütün kıymetli eşyadan ziyade bizce bu jurnallerin manevî kıymeti vardır. Bu evrakın tetkiki karanlık Abdülhamit devrinin esrarengiz noktalarını aydınlatacak, bazı sahte şöhretleri yok edecek, bazı kimseleri de halk nazarında maruz bulundukları şüpheden kurtaracaktır zannederiz.
Yıldız evrakının tarih noktai nazarından haiz olduğu fevkalâde ehemmiyeti kimse inkâr edemez. Bu. jurnaller dünyada yegâne bir hazinei vesaiktir,
Meşrutiyet idaresini kurtarmak için en birinci çare, Yıldızda bulunan jurnalleri neşretmektir.
Geçen sene Meclisi Mebusanda bir hâdisei marufe üzerine bir karar ittihaz edilmişti ve umum meclis bilaistisna bu karara iştirak eylemiş idi. O da, jurnalcilerin Meclise kabul olunmayacağı, şayet âzadan birinin jurnali çıkarsa Meclisten dışarı atılacağı kararından ibarettir.
“Heyeti Vükalâ içinde, meb’usan içinde, âyan içinde, valiler içinde ne suretle ve neye dair olursa olsun jurnal vermiş kimse varsa behemehâl, hiç bir dakika bile gecikmeksizin bunları ilân etmeli ve bu mutena makamları, her türlü şüphenin fevkinde bulundurmalıdır.
Böylelerinin biran evvel jurnallerini neşretmek, biran evvel fenalıklarına nihayet vermek demektir. Zaten bu yüksek ve mühim makamlar temizlenirse ötekilerin ehemmiyeti kalmaz. Çünkü en hain jurnalciler eski devirde en ziyade sivrilmiş olanlardır.”
Hüseyin Cahit, devletin tüm aygıtlarına sızan jurnalcilerin temizlenmesini istiyordu. 33 yıllık jurnal arşivinin yayınlanması, Osmanlı’nın kendisiyle yüzleşmesini, hesaplaşmasını sağlayabilecek bir fırsattı. Doğal olarak bu makale tam bir bomba etkisi yarattı. Çünkü Abdülhamit döneminin pek çok önemli ismi yeni yönetimin içinde kendisine yer bulmuştu. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi jurnallerin büyük kısmı yakılarak imha edildi. Yine de imha edilmekten kurtulmuş bazı jurnaller sayesinde istibdat dönemi ve jurnalciliğin vardığı boyutu görmemiz mümkün olabiliyor.
Tahttan indirilip yerine hanedan üyelerinden birinin getirileceği kuşkusu yaşayan Abdülhamit, her bir hanedan üyesini gözetim altında tutmuştur. Abdülhamit’in kardeşi Reşat Efendi’yi izleyen hafiyenin jurnalini okuyoruz.
“18/Mayıs/1314
Devletlû necabetlû Reşat Efendi hazretleri bu gün Saat dördü beş geçerek Maçka tarafından Nişantaşına kadar yürüyerek Şişli cihetine gelmişler, saat onikiye yirmi kala dönerek Maçka tarafına gitmiştir. Teşvikiye camiinin alt tarafında Maçka tarafından gelmekte olan Şûrayı Devlet Reisi Said Paşaya tesadüf etmiş ise de selâm, verildiği görülmemiştir.
Tüfekçi kulları
İbrahim”
Hanedan üyelerine yapılan hekim ziyaretleri bile bir jurnal konusudur.
“1/Temmuz/323
Yusuf İzzettin Efendinin Çamlıcadaki köşküne işbu pazar günü doktor Nuri Paşanın gelip gitmiş olduğu maruzdur, ferman.
Ferik
Mehmet Vasıf bin Ali”
Meclis katibinin oğlunun sünnet düğünü de jurnal edilmiştir.
“16/Haziran/320
Mecit Efendinin köşkünün bitişiğinde Galata gümrüğünde Mümtaz, Zaptiye Nezareti meclis kâtibi Şefik Beylerin mahdumlarının yarın hitan cemiyetleri (sünnet düğünleri) icra edileceği ve cemiyet kalabalık olacağı gibi birçok kimselerin davetli bulunduğu memur kullarının ihbarı üzerine maruzdur, ferman.
Yaveri hususi hazreti şehriyarileri süvari feriki Mehmet”
Hanedan mensubu kadınlar da jurnalden nasiplerini almıştır. Üstelik jurnal sahibi Üsküdar Mutasarrıfıdır.
“13/Eylül/317
Cemile Sultan hazretlerinin dünkü gün kerimesi Fatma Sultan hanımefendiyle Beşiktaş’a azimet ve akşamüzeri Paşalimanındaki sahilhaneye avdet ettikleri maruzdur, ol babda.”
Üsküdar Mutasarrıfı Hamdi
Zaptiye Nazırı’nın, Mektupçu Sırrı Beyefendinin “familyası” ile beraber “alenen işret” ettiklerine dair jurnali çok çarpıcıdır.
“Büyükadada oturan «Mâbeyini hümayun cenabı melûkâne» mütercimlerinden Maarif Nezareti celilesi mektupçusu Sırrı Beyefendi, geçen cumartesi günü familyasiyle beraber Burgaz adasına gitmiştir. Oradaki gazinoda karisiyle beraber kahve içmişlerdir. Oradan kalkıp Hıristos manastırına gitmişler ve familyasiyle alenen işret etmişlerdir. Akşamüzeri sarhoş oldukları ve İslâm dinine yakışmıyacak halde hıristiyan ahali arasında «kemali rezaletle avdet» etmişlerdir. Bu hal halkın hayret ve istihzasını mucip olmuştur. Tafsilâtına dair Adalar zabıtasından alınan jurnal ile ilişikleri arz ve takdim kılınmış ve bu hal birinci defa olmayıp pek çok tekerrür etmiş olmakla olbapta…”
Zaptiye Nâzırı Nâzım
Valinin oğlu kumar oynar mı?
Vali Paşanın mahdumları, Mektupçu Muavini Kenan, bazı erkânı vilâyet kumar oynamak için bugün Şirketi Hamidiyenin Osmaniye vapuriyle Foçaya azimet eyledikleri maruzdur. Ferman.
İzmir: Yaverândan Refik
Padişahın özel doktoru Mavro Yani Paşa’nın zamparalığı jurnalleniyor.
“Mavro Yani Paşa dünkü pazartesi günü saat üç buçukta mabeyini hümayundan konağına çıkarak saat dokuz buçukta kira arabasına binerek Nişantaşı yoliyle Beyoğlunda Derviş sokağında yirmi altı numaralı umumhaneye girmiş, yarım, saat sonra yürüyerek Bonmarşeye gelerek bazı eşya satın aldıktan sonra yine yaya olarak Mösyö Kumbarinin evine, yarım saat kaldıktan sonra yine kira arabasına binip tekrar Derviş sokağındaki umumhaneye uğramış, bir çeyrek saat sonra hareketle saat bir buçukta konağına, saat beş buçukta mabeyini hümayunu cenabı mülükâneye avdet etmiş olduğu maruzdur.
İmzasız”
Halep Kumandan Vekili Ali Muhsin Paşa, mesaisini kaytardığı için Halep Valisini saraya jurnalliyor.
“Halep valisi Raif Paşa hazretleri bir müddetten beri mühamı umuru vilâyeti terk ederek hanesinde oturmakta ve şu bir haftadan beri vücutça hiçbir hastalığı olmadığı halde rahatsızlığını bahane ederek gündüz harem, gece selâmlık dairesinde ahbaplarıyla vakit geçirmekte ve kâffei muamelât ve evrak ve muhaberatı mektupçu Şahap Efendinin ellerine tevdi ile imza ettirmekte olduğu ve bu halin asayiş ve inzibatı vilâyetin günbegün muhtel olmakta bulunduğu berayi malûmat arzolunur, ferman.”
Abdülhamit’in baskıcı İstibdat Dönemi’nin simgesel üçlüsüdür; sansür, hafiye, jurnal. Kanımca; 31 Mart 1908’den sonra kademeli olarak yönetime gelen İttihat ve Terakki, Yıldız arşivini yok ederek veya edilmesine göz yumarak çok önemli bir tarihsel fırsatı kaçırmıştır.
- Bölümün Sonu.
Dördüncü ve son bölümde Abdülhamit’i ve onun anlayışını yeniden başımıza taç etmek isteyenlerin iddialarını tartışacağız. Çok yakında.