Yazdığı tek bir dizeyi bile okumadığımız ama yakından tanıdığımızı sandığımız şairler vardır, Tagore onlardan biri. İnsanlık tarihinin yetiştirdiği en önemli şair ve yazarlardan biridir o.
Rabindranath Tagore, 1861 yılında doğar; Tagore adı Bengalce’de ‘’Soylu kişi-efendi’’ anlamına gelmekte olan “Thakur” sözcüğünün “İngilizceleştirilmiş” biçimidir. Hindistan kast sisteminin “en yüksek” tabakası olan bir Brahman ailesinden gelmektedir. Babası, ruhani nüfusu oldukça yüksek, varlıklı bir din adamıdır. Çocukluğunda devam ettiği yatılı okullara sığamamıştır Tagore; şiire, sanata, müziğe duyduğu derin ilgiyi çağının klasik eğitiminin karşılayabilmesi mümkün olmamıştır. Ailesinin desteği ile evde özel derslerle devam eder eğitime, Shakespeare’i, Milton’u, Shelley’i ve daha pek çok Hint ve Dünya klasiklerinden eserleri okur. Yetiştiği aile ortamını şu satırlarla anlatıyor Tagore.
“Ailemin tüm bireyleri yetenekli kişilerdi — kimi ressam, kimi şair, kimi müzisyen. Evimizin tüm havası yaratıcılık ruhuyla doluydu. Neredeyse bebekliğimden beri, doğanın güzelliğini ta içimin derinliklerinde duyuyor; ağaçlara, bulutlara karşı yakın bir dostluk besliyor; kendimi mevsimlerin havada titreşen müziğiyle uyum içinde hissediyordum.”
İlk eserini daha 16 yaşında “Kavi kâhini- Bir şairin hikâyesini’’ yazmış ve ardından 17 yaşında Londra’da hukuk eğitimi almaya gönderilmiştir. Ancak hukuk eğitiminden hoşlanmaz, iki yıl sonra hukuk eğitimini bırakarak Hindistan’a dönmüştür.
Daha küçük yaşlardan itibaren hizmetçilerinin ve “aşağı kastlardan” insanların kendisine gösterdikleri aşırı saygıyı reddetmiştir. Hindistan o yıllarda İngiltere’nin bir sömürgesiydi ve bir İngiliz Genel Vali tarafından yönetiliyordu. İngiltere, halkın eğitim düzeyinin düşük kalması için büyük çaba sarf ediyor, Hindistan aydınları bile İngiliz formatında yetiştiriliyordu. Bu şartlar altında Tagore, 23 yaşında evlenir ve Bengal’in yoksul mahallelerinden birinde bir ev alarak, orada yaşamaya başlamıştır. Çocukluğunda reddettiği eğitim sisteminden, gençliğinde tamamlamadığı hukuk eğitiminden sonra İngiliz yaşam biçimini de reddetmiştir.
Tagore 40 yaşına geldiğinde çılgınca bir eyleme girişir. 1901 yılında Kalküta’ya trenle beş saat mesafede Balpur isimli bir köyde küçük bir okul açar. Ona göre geleneksel okul müfredatında eksik olan tabiat ve hayattır. Okulda sadece kitaplar üzerinden, okulun duvarları arasında kalıp eğitim verilmesine karşı çıkıyor, karşı çıkmakla kalmayıp alternatif bir model için mücadele ediyordu. Tagore, öğrencinin kafasına bilgiyi dolma doldurur gibi doldurmanın yanlışlığını “Papağanın Terbiyesi’’ adlı hikâyesinde anlatmıştır. Ama en önemlisi, geleneksel İngiliz eğitim modelinin karşısına sağlam bir model sunmuştur. Kurduğu okulda eğitim ücretsizdi, çocuklar İngilizce, Bengalce, Sanskritçe, Aritmetik, Coğrafya, bilim alanlarında uygulamalı eğitim görüyordu. Doğayı tanımak ve sadelik en önemli eğitim konusuydu.
Dante, Goethe ve Dünya edebiyatının önde gelen kişileri üzerine makaleler yayınladı, ilk roman ve öykülerinde sıradan Hint insanının yaşamından gerçekçi ve romantik kesitler sunuyordu. Şiirlerinde insan, doğa sevgisi ve aşk ön plana çıkıyordu. Doğanın tüm yıkım ve öfkesine karşın ona bağımlıdır:
“Dünya güzeldir, ölmek istemiyorum ben”
Tagore için aşk bedenden ayrı olmadığı gibi, ondan ibaret de değildir. Tagore için kadın, ne bir zevk aracı, ne sinsi bir baştan çıkarıcı, ne de bedensiz bir melektir. Çok yüceltildiği zaman bile, hep bir bedene sahiptir. Aşık olan erkek, kadının bedensel güzelliğine kendi düş gücünü katar.
“Yarı kadın, yarı düş gücüsün sen”
Tagore 1913 yılında Gitanjali isimli kitabıyla Nobel edebiyat ödülünü almıştır. Nedir, Hindistan kargaşa içinde ve ülke İngiliz egemenliğinden kurtulmak için savaşıyordu. Halkın mücadelesi, devletin güvenlik güçlerince şiddetle bastırılıyordu. Hiçbir ozan bu koşullarda bir kenara çekilip düş gücü dünyasında yaşayamazdı, yaşamamalıydı. Kendi yaşamını gözden geçirdiği bir şiirinde, romantik düş gücünü tek telli bir saz olan ektaraya benzetir. Artık, sömürgecilerin baskısına karşı savaşı simgeleyen savaş davulunu eline almak zorunda olduğunu söyler.
“Yaşamının savaş alanında o gün
Çarpışma sesleri dalga dalga yayıldı,
yağmur bulutlarından kopan gümbürtüler gibi.
Gün oldu bırakıp elimden ektara’yı
savaş davulunu yüklenmem gerekti.
Koşmam gerekti korkunç öğlen sıcaklarında
zafer ve yenilgi
kasırgaları arasında
Ayağım dikenlerle delik deşik,
yaralı göğsümden kanlar akarak.”
İki siyasal tutuklunun polis kurşunlarıyla ölmesi ve yirmi kişinin yaralanması üstüne yazdığı “Soru” adlı bir şiirde katilleri “Havayı zehirleyenler, ışığı söndürenler” diye tanımlamıştır.
“Tanrım, kaç kez gönderdin peygamberlerini
bu acımasız dünyaya:
“Bağışlayın!” dedi onlar bize. “Sevin!” dediler.
“Kovun kötülüğü yüreklerinizden!”
Saygımız var, unutmuyoruz dediklerini, ama bu karanlık günlerde
Yanlış övgülerle uzaklaştırdık kendimizden onları.
Güçlünün suç işlemesini önlemeye gücü yetmeyen adaletin
tek başına için için ağladığını gördüm,
Genç çocuklar gördüm, koşup kederli başlarını
acı içinde amansız taşlara vuran.
Şimdi sesim kısıldı, kalmadı flütümde ahenk
Aysız gecenin tutsaklığı
Derin, karanlık kâbuslara boğdu dünyamı.
İşte bunun için yaşlı gözlerle soruyorum sana
“Havanı zehirleyenler, ışığını söndürenler,
bağışlıyor musun onları gerçekten?
Gerçekten seviyor musun onları?”
1915 yılında İngiltere kendisine “Sir” ünvanı verir, Tagore İngiltere Genel Valisi Lord Chelmsford’a bir mektup yazarak, Hindistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden Gandi’yi desteklediğini, halkının yaşadığı baskıları ve haksızlıkları anlatarak “Sir” unvanını iade ettiğini bildirmiştir.
1935 yılında Mussolini Habeşistan’ı işgal ettiğinde “Afrika” başlıklı şiirinde şunları yazmıştır.
“Demir zincirlerle geldiler,
Tırnakları kurt pençelerinden keskin…
Geldiler, insan avcıları,
Gözleri karanlık ormanlardan daha kör.
uygarlığın vahşi açgözlülüğü
gösterdi utanmaz acımasızlığını….”
1941’de seksen yaşındayken, bir yazısında şöyle der:
“Bir zamanlar, uygarlığın kaynağının Avrupa’nın yüreğinden fışkırdığına inanırdım, ama dünyayı terk etmek üzere olduğum şu günlerde bu inancım tümüyle iflas etti.”
Tagore, Hindistan kast sisteminin en tepesindeki Brahman bir aileden gelmesine rağmen, aileden gelen dini kimliğini çok aşmış ve dinler üstü veya din dışı, birleştirici bir dil ve yaşam misyonuna ulaşmıştır.
1941 yılında 80 yaşında hayata veda eden Tagore, insanlık kültürüne ışık tutan en önemli kalemlerden biri olmaya devam ediyor, edecek.
KAYNAKLAR