Koronavirüs (COVID-19) yazı dizisi: 13. Bölüm
Yaşadığımız tablonun iyi olmadığını biliyoruz. John Hopkins Üniversitesi’nin yayınladığı şu grafiğe göz atmanız yeterli[i].

Karışık bir grafikle başladım ama bu yazımda hasta ve ölüm sayılarından, istatistiklerden, bilim laboratuvarlarında yapılan çalışmaların sonuçlarından, Trump’ın ekibindeki bürokratlara fiziksel mesafelendirme kurallarını hiçe sayarak kalem hediye etmesinden, yeterli ekipmana sahip olmadıkları için hastalanan/ölen sağlık çalışanlarından, patronların çalışanlarını ücretsiz izine çıkartmalarından veya işçilere “koronadan ölürsem sorumluluk bana aittir, işveren beni uyarmıştır” diye belge imzalatıldığından[ii], akşamları camilerden yapılan bitmek bilmez dualardan, test kitleri ile ilgili sorunlardan söz etmeyeceğim. Hatta, pandemi hastanesi olduğu ilan edilen özel hastanelerin covid-19 hastalarından para aldıklarından[iii] ve cezaevlerindeki mahkumların serbest bırakılması için atılan Twitter mesajlarının sayısının 1 milyonu geçtiğinden bile söz etmeyeceğim. Size dün yaptığım bir saatlik yürüyüşün izlenimlerini kısaca aktarmakla yetinip bilimin çağrısını açıklayacağım. İlginizi çektiyse buyurun, başlıyoruz.
Karantina koşullarında uzun süre evde hareketsiz yaşamanın sebep olduğu fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları malumunuzdur sanıyorum. Diabetes Mellitus (şeker hastalığı), hipertansiyon, obezite, envaı türden kalp hastalığı ve kaygı bozukluğu, panik bozukluğu, depresyon vb. ruhsal hastalıkların böylesi korkulu, kuşkulu, güvensiz, kaygılı karantina süreçlerinde kişilerin sağlığı üzerinde yıkıcı etkilere sebep olduğunu çoğumuz biliyoruzdur (Umarım). Biliyor olsanız da az bilenler için bu konuyu ve çözüm önerilerimi ayrı bir yazımda sizlere sunacağım. Ama sonuçta yazmaya devam edebilmem için kendimi de sağlıklı tutmam gerektiğinden, her gün sektirmeden yürümeye çalışıyorum. Dün gündelik yürüyüşüme çıkarken planlamıştım. Yürüme mesafemdeki süpermarketler ve bankamatiklerin bulunduğu bölgeyi güzergahıma alacak ve “halkımızın” bu bölgedeki yoğunluğunu, hareketliğini gözleyecektim. Bu niyet ve ahval içinde attım kendimi dışarı.
Yürüme güzergahımın büyük bölümü yeşil alanların, ağaçların, parkların yanından geçiyor. Normal zamanlarda direksiyon eğitim alanı olarak kullanılan bir yol olduğu için şimdilerde oldukça sakin. Hava güzel, bahar yeşil alanların üzerine tüm gücüyle çökmüş, sarı çiçekler, papatyalar, tek tük gelincikler, çeşit çeşit otlar bürümüş her yanda.

Ah, bir çift, yol boyunca bana doğru yürüyorlar, “hormonlar başımda duman” denebilecek yaştalar, 15 bilemedin 16. El ele, kol kola, sarmaş dolaş yürüyorlar; baharın o çılgın neşesi ile uyumlu kahkahaları bana kadar geliyor. Başka zaman olsa, daha uzaktalarken benden rahatsız olmasınlar diye kaldırım değiştirirdim ama olmaz! Bu iki çılgının iki ayrı evde yaşadıkları, iki ayrı ailenin mensupları oldukları, içlerinden birisinin ailesindeki virüsün diğer aileyi de saracağı gün gibi aşikar. Kaşlarımı zoraki çatıp gözlerimi ikisine dikerek yürümeye devam ettim. Aramızdaki mesafe 2 metre kadar olunca seslendim, sert değil ama tok ve kararlı bir ses tonuyla:
“Gençler, bir dakika bakar mısınız?”
Tahmin edebileceğiniz gibi yaşadığımız pandemi nedeniyle onları uyarmaktan başka niyetim yoktu! Çocuklar başlarını bana çevirdikleri gibi bir anda genç kız erkek arkadaşına “kaçalım” komutunu verdi ve el ele koşarak uzaklaştılar. Ey Hipokrat, beni çocukların bahçesine kaçan toplarını kesen huysuz yaşlı amcalara benzettin ya, alacağın olsun senin!
Hipokrat’la çekişe çekişe yürümeye ettim. Daha gençlik yıllarımda kitaplarını okuduğum İtalyan yazar Giovanni Guareschi’nin öykülerinde yarattığı, küçük bir beldenin papazı olan Don Camillo’nun İsa heykeli ile konuşmalarına benziyor bizim Hipokrat’la söyleşilerimiz. Bir gün bu pandemi belası biter de yarım kalmış “Hipokrat’ın çocukları” kitabımı bitirebilirsem bu söyleşilerin bir kısmını sizler de okuyabileceksiniz.
Sonunda yaşadığım mahallenin ana cadde/kavşak üzerindeki üç süpermarket ve çok sayıdaki bankamatiklerinden oluşan bölgesine ulaştım. Ortalık bir cümbüş, kalabalık, sanki panayır yeri. Süpermarketlerin otoparkında yer bulamayan araçlar trafiği kilitlemiş durumda. Çiçekçi köşede tezgahını kurmuş çiçek satıyor, midyeci de aynı yerde, müşterisi de var. Süpermarketlerin ön tarafındaki meyve, sebze satış yeri kalabalık, insanlar yan yana ve tek tek elmalar kontrol edilip poşete konuyor. İnsanlarla fiziksel mesafemi koruyarak süpermarketlerden birinin camından içeri baktım. Sadece kasaları net olarak görebiliyorum; değil 1,5- 2 metre fiziksel mesafe, 30 santimetre bile yok insanların arasında.

Yolun karşısına bakınca bankamatiklerin önündeki kuyrukları da görebiliyorum. Bazıları önündekiyle arasına biraz mesafe bırakmaya çalışmış ama çoğunda mesafelendirme hak getire. Yeteri kadar gördüğüme kanaat getirip marketlerin yan tarafından dolaşıp kendi güzergahıma döneceğim artık. Ama bir dakika, gözlerime inanamıyorum. Muhtemelen market çalışanlarının molalarında oturdukları yerde yaklaşık on kişi dip dibe oturmuşlar sohbet ediyorlar. Telefonumu çıkarıp ayar yapmaya zaman bulamadan dokundum deklanşöre; olmaz ki, bu kadarı olamaz, olmamalı!

Dünyanın dört bir yanında bilim insanları[iv] ne yapılması gerektiğini siyasi liderlere kabul ettirmeye çalışıyorlar ve çoğu zaman başarılı olamıyorlar. Siyaset ile bilimin karar algoritmalarının taban tabana birbirine ters düştüğü, bunun daha da derinleşeceği görünen bir dönem yaşıyoruz. Siyaset adamları bedeli her ne olursa olsun siyasal ve ekonomik sistemi değiştirecek kararlara yanaşmıyorlar. Oysa bilim insanları için yapılması gerekenler açıktır ve tek amaç insan yaşamını korumaktır.
Türkiye için: Alınan tüm tedbirler konusunda 2-3 hafta, hatta daha fazla gerideyiz[v]. Şu anda bile radikal tedbirler alınmaya başlasa bunun sonuçlarını 2-3 hafta sonra görebileceğiz. Bu süre içinde ölümler katlanarak artacak. Yapılması gerekenlere ait yazdıklarım benim şahsi fikrim değil, bilimin çağrısıdır. Daha önce de yazdım, gene yazacağım:
- Ülkeyi kilitleyin[vi]. Söylemesi acı ama ordudan yardım isteyin.
- Günlük test sayısını 40.000’ne çıkarın ve pozitif olanları izole edin.
- Karantina hastaneleri kurun, gerekirse tüm kamu binaları ve otellere, tatil köylerine el koyun.
- Özel hastanelere kamu görevlisi yönetici atayın ve tümüyle kamuya yönelik çalışmalarını sağlayın.
- GSM operatörleriyle işbirliği yaparak tüm toplumun/hastaların/temaslıların hareketliliğini izleyin ve kişiye özgü bildirim sistemi kurun. (Bunun altyapısı için şimdiye kadar hiçbir şey yapmadıysanız geçmiş olsun.)
- Hastaların ve ölümlerin sayısını yaş, cinsiyet, coğrafi konum olarak günlük olarak tüm toplumla paylaşın.
- Sahra hastaneleri kurun.
- Test yapılmak üzere mobil ekipler oluşturun.
- Sağlık personelini koruyamazsanız başarılı olunamaz. Kamunun tüm resmi araçlarına ve sefer görev emri bulunan araçlara el koyun. Sağlık personelini toplu taşım araçlarından uzak tutun ve kamu araçlarını özel servis olarak kullanın. Sağlık personelinin mesai bitiminde evlerine gitmeleri yerine el koyduğunuz 4-5 yıldızlı otellerde misafir edin. Tıbbi ve koruyucu ekipman üreten, satan, depolayan tüm işyerlerine, fabrikalara el koyun.
- Tüm işsiz kalanlara 3 öğün yemek, kira ve elektrik, su, doğalgaz sağlayın.
- Tarım ürünlerinin ithalatından umudunuzu kesin ve önümüzdeki aylarda oluşacak bir kıtlığı engellemek için çiftçiyi mazot, tohum, traktör vb. araç ve gereçler konusunda desteklemek üzere geri ödemesiz veya faizsiz uzun vadeli kredi verin.
- Daha var ama siz bunları bir yapmaya başlayın hele…
“Yok artık, bu kadar da değil, çok abartmışsın” diyenleriniz var mı?
Umarım yoktur!
DİPNOTLAR
[i]Tablonun güncel durumunu öğrenmek için tıklayınız lütfen: http://91-divoc.com/pages/covid-visualization/?fbclid=IwAR2nUy89YNrNiquYAlyKisY7kD_qjlM5EtmU5WGN9PgcyUEcpUyE3MNi-wI
[ii] https://mavikocaeli.com.tr/haber-iscilerini-calistirmaya-devam-eden-patronlarin-koronavirus-onlemi-pes-dedirtti-72834.html
[iii] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ozel-hastaneler-pandemi-dinlemiyor-1730011
[iv] Televizyona çıkan akademik unvanlılar için “hepsi başka bir şey söylüyor kime inanacağımızı şaşırdık diyenlere bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu koşullarda gerçek bir bilim insanının kanal kanal gezecek vakti olamaz. Televizyon seyretmekten vazgeçip daha çok okumanızı öneririm.
[v] Bu yazı dizisine 4 Şubat tarihinde başladım ve o tarihten beri “bu bir pandemidir, harekete geçin, bilimin yolunu izleyin” çağrısı yapıyorum.
[vi] Sokağa çıkma yasağı ifadesini sevmiyorum. Kullanılması gereken kavramın “ülkeyi kilitlemek” olduğunu düşünüyorum.
Önerileriniz olması gerekenler; adı üstünde pandemi. Günlerdir yurt içi ve yurt dışından birçok doktor, genetik uzmanı ve gazete yazarları sürekli bu uyarıları ve önlemleri yazıyor. Ne acı ki diğer ülkelerde ve ülkemizde bireyler bu basit kuralları uygulamıyor. Yöneticiler bazı önlemleri almaya isteksiz; zorunlu olunca da geç kalınmış oluyor. Yönetimler insan ve doğa odaklı olmayınca bilimsellik de olmuyor. Emeğinize saygılar. Güzel yazın.
BeğenLiked by 1 kişi
Yazılarınızı, öngörülerinizi milyonlarca insan okumalı. Ben üstüme düşeni yapıp olabildiğince paylaşıyorum. Ama bu yazıyı her okuyan üstüne düşeni yapsın. Çok fazla paylaşılsın. Herkes mutlaka okumalı
BeğenLiked by 1 kişi
Edebiyatçılık ve belki şairlik hekimlikle birleşince işte ortaya böyle bir şaheser çıkıyor. Kutlarım.
BeğenLiked by 1 kişi
Biliminizin ışığı bizi aydınlatıyor.
BeğenBeğen
Yine çok akılcıl bir yaklaşım ve yine çok doğru tespitler.. Keske ülkeye yön veren şu bilim kurullarında ya da danışmanlardan olabilseydiniz. (gerçı nerde görev yaptığınızı bilmiyorum ).Ama ülkemizde genellikle liyakat, hak etme yoluyla işler yürümüyor. bu pandemik salgında alınan kararlara bakınca bilimin ve halkın ıyılığının öne alındığı bir sistemin içinde olmadığımız açık ne yazık ki…
BeğenLiked by 1 kişi